Bizzat Ben

Fotoğrafım
İstanbul, Türkiye
From tourism business / Cook candidate / Fenerbahce lover / Iron Maiden maniac / Old school writer / MaidenTurkey Admin / Webitch / Jet City Woman / Rock'n Roll Angel / Beth...Ironclad...

25 Eki 2011

Van İçin Rock!


  Yazdan beri ihmal ettiğim bloğuma çok kutsal bir organizasyonu yazmak için geri dönmek istedim...Derler ya, iyilikler tek tek, kötülükler peşpeşe gelirmiş;  işte 'peşpeşe'yi yaşıyoruz şu günlerce, ulusça...Ama vakit, oturup ağlamaktan ziyade elimizden geldiğince insanlara yardım etme vaktidir. 

  Ülkemizin değerli rock müzisyenleri de bu konuda üzerlerine düşeni yapmak için toplanıyor...Şimdi sıra sende... Hadi sen de bilet alarak bu kutsal oluşuma SEYİRCİ KAL, gelemesen bile aldığın o biletle yardıma katılmış ol...

  30 Ekim 2011 Pazar günü saat 11:00'da başlayacak organizasyonda, yapımda ve yayında emeği geçen insanların cebine beş kuruş para girmeyecek, bütün gelir de Türk Kızılay'ı üzerinden Van'daki depremzedeler için kullanılacak...

  VanİçinRock yardım konserinde kimler mi sahne alıyor; 



Ve son olarak eklenen Hayko Cepkin...

Müzikal açıdan baktığınız zaman böyle bir kadroyu festivallerde bile kolay kolay yakalayamazsınız; amacımız ise yardım ve hedef 15000 - 17000 bilet...Ki eminim Rock felsefesine gönül vermiş insanlar olarak buna duyarsız kalmamız imkansız, bu hedefe ulaşmak zor değil.


Biletini aldın, konsere mi gelemedin? Konser, DreamTv 'den canlı olarak televizyonunda olacak...Yayın boyunca ekranın altından geçecek gsm sms numaralarına kısa mesaj atarak da Van'a yardım gönderilebilecek.


Biletleri bugünden itibaren ( 25 Ekim Salı ) Biletix'in tüm satış kanallarından (öğleden sonra başlıyor.) ve konserin yapılacağı Maçka Küçükçiftlik Park gişelerinden temin edebilirsiniz...Her bilet 20 TL komisyonsuz, vergisiz Kızılay'a ulaşmakta...



Önemli güncelleme: Konserlerin düzenleneceği Maçka Küçükçiftlik Park alanında Şişli Belediyesi'nden görevliler olacak ve eğer getirirseniz, bölge için çadır ve battaniye yardımlarınızı alacaklar.






20 Haz 2011

Iron Maiden's gonna get you, no matter how far...


A Matter of Life and Death yani 2006'dan beri Maiden ile ilgili kalıcı bir yazı yazmamış olduğumu farkettim, konser sonrası derin bir duygu yoğunluğu ve sessizliğe büründüğüm dakikalarda...Hala sessiz sakinim, hayatın devam ettiği normalliğine dönemeyip, ya dün geceki o 120 dakikanın içindeyim; ya da adamlarla uçtum gittim ülkeden, betimleyemiyorum nasıl bir boyut bu...İlk kez değil onları izleyişim, olay kendi ülkende izliyor oluşundan öte, yıllardır bir türlü gelemeyişlerinin gerçek olması ve izlediğin yerde senin Maiden anılarına tanıklık etmiş bir sürü insanın, arkadaşın hatta sevmediklerinin bir arada olması...Hayatın ta kendisi gibi, birçok duyguyu yoğun bir şekilde 16 şarkı boyunca yaşadım ben, çoğu şarkıda gözlerimden yaşların aktığı da yalan değil...Yeri geldi Bruce'un  'sold out'  konusunda yaptığı kısa ve güzel konuşmayla da kahkahayı basmadım değil...


Dün geceyi binlerce insan izledi ve gözlemledi, o yüzden kendi 'fan' gözümden ve konserde bulunduğum konum haliyle biraz farklı şeylerden bahsetmek istiyorum, aslında...

Biraz maceranın başına dönelim;  festivali düzenleyen firma Iron Maiden'in geleceğini geçen seneki festivalden sonra duyurmuştu aslında, ama tabi resmi bir şekilde açıklanıp biletleri de satışa çıkana kadar insanları inandırmak hiç de kolay olmadi, ki aynı zorluğu ''biletlerinizi önceden alıp son dakikaya bırakmayın sold out olacaktır...'' kısmına da inandıramadık, en azından yaşayarak öğrenildiğine inanıyorum artık... Neyse.


Turnenin başladığı 11 Şubat gelip çattığında setlistin ortaya çıkmasıyla ilk heyecanı yaşadık aslında, TFF turnesi olduğu için son albümden 4-5 şarkının gelecek olması kaçınılmazdı ama, ilk tepkim Coming Home'un olmasına şaşırmak ve Mother of Mercy'in yokluğunu sorgulamak oluvermişti. Geri kalana baktığımda ise, kendimce Wasted Years'in yokluğunu hissetmiştim, When the Wild Wind Blows'un her ne kadar lirik harikası mükemmel bir şarkı olduğuna inansam da asla konser şarkısı olmadığını düşündüğüm için bunun yerine bir Wasted Years'ı dinlemek isterdi gönül, ya da belki başka bir hit.
Aylar geçti, tarih 4 Nisan pazartesi 2011 saat 11:00 olduğunda biletler satışa çıktı ve benim biletime sahip oluş saatim 11:04 oldu, enteresan değil tabi... Şimdi sadece Haziran'ı beklemek kalmıştı ama arada geçen 2-2.5 aylık süreç aslında çok stresli ve sıkıcı olacaktı, yakın çevrem bunları az çok biliyor zaten, yeniden dillendirmeyeceğim, sadece 20 Haziran olsun ve bu sıkıntı geçsin dedim günlerce.


Geldi 19 Haziran, gayet normal hatta klasik hafta sonu aktivitesi olarak akşamdan kalma ve yorgundum ama Maiden'ın sahne saati yaklaşıp, ben de insanlardan soyutlanıp bulunduğum yerde yalnız kalınca ne yorgunluk kaldı ne stres, baktım resmen daha intro'da kalp atışlarım gözlerime vurmuş, yaş şeklinde önüme akıyor ve bütün bunlar istemsiz oluyordu vücudumda...Coming Home başlayana kadar Iron Maiden'ın burda, İstanbul'da, tam karşımda konser veriyor olduğuna inanamadım..Ki terastan izlediğim için size şunu da söyleyebilirim; o binlerce kalabalık da inanamadı, çoğu gördüğüm insan büyülenmiş gibi kımıldamadan sadece sahneye bakıyordu...Çünkü bu konserde sürekli kafa sallamak, yani gözleri sahneden kaçırmak o sahnedeki 6 kişinin çok az kişide bulunan meziyetlerinden birini kaçırmak olacaktı, genelinde bilinçli bir Maiden seyircisi vardı ve pür dikkat izledi...


Konser bittiğinden beri sessiz sakin okuyorum yazılanları; bir gecede ses mühendisi olup KÇP'a hatta Maiden'ın ses ekibine kadar laf edip ses sistemi b*ktandı diyenlere mi güleyim yoksa ''Iron Maiden iyiydi de setlisti çok kötüydü.'' diyenlere mi, ben bilemedim...Açıkçası bu söylemlere karşı bir cevap yazmak istemiyorum, çünkü bunun cevabı zaten o 120 dakikanın içindeydi, bu yorum sahipleri onu farkedememişse, kimse farkettiremez...

Geleyim performans olarak Iron Maiden'a... Karşımda artık profesyonellikten kendinden taşmış, bunu ister istemez sahneden seyirciye akıtan, her zamanki gibi asla yerinde durmayan, 6 adamı aynı anda takip etmeye çalışırken şaşı olma riskimi hesaba katabildiğim ama yine de 'aşkla' takip ettiğim, özellikle Steve Harris'e her odaklandığımda neden bass denen alete bu kadar tutkulu olduğum, Bruce'un sesinin neden yıllardır bana bir büyü gibi geldiği, Dave'in kalbimin yerini değiştiren soloları neresiyle atmış olduğu, Janick'in gitarı çalmayıp henüz ve hala dillendiremediğim başka birşey yaptığı, en yaşlı olmasına rağmen Nicko'nun bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ve sempatikliği, Adrian Smith'in dev karizması, bana kısa gelse de Eddie'nin sahneye çıkarak grupla dalaşması...Bütün bunların cevabını bana yaklaşık 15 senedir veren, kısacası IRON MAIDEN vardı.


En beklediğiniz, en mutlu anlarınız çeşmeden akan su misali; bir anda bitip geçer...Konser biter, kulaklarda hala SCREAM FOR ME ISTANBUL, SCREAM FOR ME TURKEY cümleleri yankılansa da, dudaklar hala Coming Home'u söylese de konserin bittiğini kabullenme süreci kötüdür, yukardan insanların mekanı boşaltması izlenirken, bir göz de sahnedeki hummalı toplanma çabasını izler, konser sonrası zevk sigarasının yakılmaması diye bir durum söz konusu da değildir...

Psych Ward, unutmayın.

Bu kadar...up the IRONS!

10 Nis 2011

"Blaze" Bayley Cook was in Istanbul...Who saw?!


48 yaşında, sayısalda genç; durumsalda biraz çökmüş ama sesinin ahenki yaşlandıkça güçlenmiş...İstanbul'daki bu üçüncü diyebileceğimiz konserinde ben bunu gördüm..İşin güzeli Wolfsbane'le de devam ediyor, hatta yanlış bilmiyorsam dün akşam Londra'da headliner olarak çıktılar ve Nisan ayı boyunca Saxon'la sahne alacaklar...

Neyse, ben 3 Nisan akşamı İstanbul konserine döneyim...Kendisi Kadıköy'e gelerek Apsent grubuyla aldığı stüdyo ile çalıştı ve Old School'da sahneye onlarla çıktı, Apsent iyiydi kötüydü orası tartışılır ama ben ondan bahsetmeyeceğim, ilgiliyi çekmek istediğim nokta; sonuçta Blaze Bayley'in geldiği bu konserde toplasanız 80-90 kişi vardı ki  Türk rock'ının ayıplarından biri olarak hafızama kazınmıştır...35 küsür yıllık Maiden tarihinin -sevilsin ya da sevilmesin- eski vokalisti bir şekilde burdaydı ve benim tanıdığım, sorsanız Maiden için çocuğunu kesecek o çılgın Maiden fanlarından eser yoktu, bunun hayal kırıklığı ile konsere anca adapte oldum derken; Blaze Fear of the Dark dahil, abartarak yazıyorum, nerdeyse The X-Factor ve Virtual XI'ın bütün şarkılarını söyledi üst üste, hani RTN'de bile bu kadarını asla duymamıştık...Şimdi dersiniz, ben Blaze sevmem; ben o albümleri sevmem vs...Maiden fanıysan ayağına gelmiş eski bir Maiden vokalistinin konserine gitmeme bahanesi olarak göremiyorum ben bunu, üzgünüm...Bunlar bi tarafta dursun, sonradan öğrendim ki işin reklam boyutunun büyük sıkıntısından dolayı konserin varlığından bile haberi olmayan onlarca insanla/Maiden fanıyla yüz yüze geldim, şu 9 gün içinde...Bu beni daha çok üzdü, resmen Blaze Bayley konseri yetersiz tanıtım yüzünden harcanmış oldu.( Sanırım bunda daha önce gelecekken iptal oluşlarının da etkisi vardır.) Haklı olarak, malesef bunun Blaze'in yüzüne yansımış olduğunu da gördük fotoğraf çektirirken...Ama konser anında karşısında o kadar az seyirci olmasına rağmen, o kadar içten o kadar profesyonel ve geçmişi bir kenara koymuş şekilde - kendisindeki önemlerden de bahsederek - Maiden şarkılarını yorumladı ki gözlerimi, kulağımı ayıramadım.

Kimseye sitem edip kızma lüksüm yok ama, bazen bu müziğe/türe/gruba gönül vermiş insanların çok riyakar olabildiğini düşünüyorum, yetersiz reklamdan dolayı haberi olmayarak gelemeyenler hariç hala; Blaze kötüdür, The X-Factor kötüdür, Virtual XI kötüdür vb diyenleri bir türlü anlayamıyorum...Bunla bağlantılı mıdır bilmem ama kendi düşüncemi söyleyeyim; kimse kalkıp neden bu ülkede Iron Maiden, Küçükçiftlik Park'a geliyor yok efendim bu ne rezilliktir vs demesin! Hele ki bilet alma konusunda 'son dakikacı' olduğumuz bir kitle içinde, bu memleket rock/metal konusunda sold out'ları bile göremezken büyük stadlarda bence Iron Maiden konseri beklemesin, misal 20binler 30binler...


29 Mar 2011

Forever Whitesnake...More and More...Forevermore...


3yıldır albüm yapmamıştı Whitesnake, hatta kimilerine göre belki yapmayacaktı; kimine göre de 89 yılındaki Slip of the Tongue albümüyle (hatta 87 Whitesnake albümüyle) zaten bitmişti...Hani birilerini bitirmeye sürekli meraklıyız ya, aynı o trip. 

Sonuç olarak yıl 2011 oldu ve Whitesnake, 85-91 yılları arası kadroları bir kenarda dursun (ki bunun içinde Steve Vai, Rudy Sarzo, Vivian Campbell isimleri var.) çok güzel insanlarla ve şarkılarla yeniden sevenlerinin karşısına çıktı ve önümüzdeki Temmuz ayında 3.kere İstanbul'da hayranlarının karşısına çıkmak için hazırlanıyor...


Vakti geldiğinde İstanbul sahnede kimleri mi görecek?  David Coverdale, Doug Aldrich, Reb Beach, Michael Devin, Brian Tichy ve de albümden farklı olarak klavyede Brian Ruedy'i...Herkes ve özellikle David Coverdale'in hayatımın vokalistlerinden biri oluşu bir yanda dursun; yine Reb Beach izleyecek olmanın heyecanı çok daha büyük bende. 

Biraz da albüme bakalım;  ilk Love will set you free ile kendini gösterdi albüm ve bir de klip geldi; hatta klipte WS şaraplarının bile reklamı yapıldı, şarkı çıkış parçası olma adına çok doğruydu ki günde en az iki kere dinler halde olup nakarat kısmını telefonuma melodi bile yaptım...Ama albümün en güzel şarkısı mıdır, hayır. Albümde hiç kötü şarkı yok ama hepsi ''etkili'' şarkılar değil, demişken ilk 5imi yazayım:

1.Forevermore
2.Easier said than done
3.Love will set you free
4.Fare Thee Well
5.One of these days

Albüme ismini veren ''Forevermore'' şarkısı 7 küsür dakika olmasına rağmen sonsuza dek sürmesini isteyebilirim, adamın canına okuyan Whitesnake balladları vardır ya; Forevermore onların 2011 modeli...Gri günlerde dinlenilmesi sakıncalı olabilir...2. can sıkan ballad da Fare thee well, bunlar arka arkaya dinlenmemeli...Turnenin setlistine henüz hiç bakmadım ama; özellikle Forevermore, Easier said than done ve Love will set you free önümüzdeki İstanbul konserinde çalınmazsa çok kızarım valla, eskiler de olsun; ama bunlar da olsun lütfen...Mesela, Reb Beach'ten Forevermore'un o doğu ezgili gitar solosu dinlenmeden ölünmez ı ıh.




9 Şub 2011

Nilüfer & 12 Düet Adam


Çocukluğumdan beri Nilüfer'i pek sevmedim ben, ruhuma dokunmuşluğu yoktur yani; fakat nerdeyse bütün şarkılarını bilirim. Ama işin içine rock düetleri projesi girince ve de düet yapılan isimler önemli, sevilenler olunca bir bakmak gerektiğini hissettim...Yoksa Nilüfer günün modasına uyup rockçılarla takılmış, 56 yaşına gelip bir anda tatlı su rocker'ı gibi simsiyah giyinip oraya buraya gitarlarla mosh yaparak  pozlar vermiş; pek ilgimi çeken şeyler değil, estetik olabilir ama bana inandırıcı değil...Neyse şarkılara geçelim,


Açıkçası ciddi anlamda fark yaratmış, kulağa batan ya da ''kendine özgü'' olmuş diyebileceğim; akıllarda kalıcı bir düet yok; ama albümü 2-3 defa döndürüp vokallerden ziyade alt yapıya, müzikaliteye kısacası enstrümanların performansına baktığım zaman gayet de ilgimi çeken şarkılar olduğunu fark ettim. Mesela derseniz, Malt'tan başlamak isterim: Cenk'in kendine has vokalinin 'dozunda ve doğru' sergilendiği, ekibin de arkada aslanlar gibi çalarak Nilüfer'e eşlik ettiği bir şarkı olmuş; Ara Sıra Bazı Bazı...
''Next!'' diyerek ilerlersem akabinde dikkatimi çeken isim, Ogün Sanlısoy; tozlu topraklı yollar, hey hey gidi günler...falan derken tam ''anadolu'' soundlu olup Ogün ve ekibine yakışan, uyan bir şarkı seçimi olmuş; klip çekilsin tam Kral Tv'lik...
Badem'le olan ''İntizar'' düeti -ki intizar önemli bir şarkıdır, toplumca iyi bilinir.- albümün en güçsüz, zayıf şarkılarından biri olmuş...Halbuki İntizar gibi çok sevilen, bilinen bir şarkıya daha güçlü bir çalışma yapılabilirdi demek istiyorum...o kadar.
Hayko ve sanatını seven insan değilim ama çalışmaya objektif bakarsam ''extreme'' bir çalışma görüyorum; yani sanki Nilüfer, prodüksiyon bazında diğer isimlere fazla karışmış da Hayko'ya dokunamamış gibi geldi; şarkı gereği biraz ilahi biraz ezan tadında olsa da, gitarlar davullar bruthal vokaller gayet ''hayvani'', diğer çalışmalara göre pop rock'tan daha uzak...Özgür bir düet olmuş, en azından.


Geleyim en ''ruhuma dokunan'' düet çalışmasına; Nilüfer &  Candas / Cingi / Ruacan -  Unut Gitsin...Unutulacak gibi bir şarkı değil açıkçası...Selcuk Sami Cingi'nin Nilüfer'e olan ses uyumunu bir kenara koyalım; o tam 3.dakikada nerdeyse ''blues'' dediğim gitar solosu başlıyor ya hani? Heh, hiç bitsin istemedim, birgün konser falan olursa lütfen kesin uzatılsın bu an, öyle bir leziz geldi kulaklarıma...3-4 tane ''istekli ve içten'' çalınmış olduğuna inandığım çalışmaların başıdır Nilüfer & Candas / Cingi / Ruacan düeti...Alkış.!
Bahsetmediklerimin hepsini sıradan, gelir-geçer ve güçsüz gördüm; o yüzden fazla yazacak birşey de bulamadım...Bunun dışında albümü dinlerken bende şöyle bir düşünce oluştu; Hani albümün volume 2'si yapılsa ne kadar doğru olur bilmem ama, Nilüfer ile düet yapsa nasıl olur diye merak ettiğim isimler oluştu: Özlem Tekin, Athena, Duman, Mor & Ötesi ve Koray Candemir gibi... Düşünmeden edemedim işte...


1 Şub 2011

Kısa ve gereksiz


Çıkmayan en büyük günah Aşktır, lekeden beter...Hiç bir kilise, hiç bir papaz rahatlatamaz; görünmezliğin ardında can çekişen o ruhu...Yanmak oluverir soğuk kış günlerinin ismi, mevsimlerin birbirine karışır ve sen olduğun yerde yaşlanırsın, çirkinleşirsin; hayata karşı çirkefleşirsin...Ahlaksızdır o an aşk; basar küfrü gider bir anda hayatından, olduğun yerde ölürsün.

15 Ara 2010

Koynumuzda Yılan Besleriz.


2011 yazına doğru yeni albüm çıkarmak için harıl vaziyet çalışan Whitesnake, konser verme sessizliğini de bozarak 2011 turnesinin Haziran tarihlerini açıkladı:

Haz 02 - Moscow, Russia - Megasport Arena
Haz 04 - St. Petersburg, Russia - Icearena
Haz 13 - Newcastle, UK - City Hall
Haz 14 - Glasgow, UK - Clyde Auditorium
Haz 16 - Wolverhampton, UK - Civic
Haz 17 - Manchester, UK - Apollo
Haz 19 - Bournemouth, UK - BIC
Haz 20 - London, UK - Hammersmith Apollo
Haz 22 - Milano, Italy - Gods of Metal
Haz 25 - Dessel, Belgium - Graspop Metal Meeting
Haz 28 - Prague, Czech Republic - Saska Arena
Haz 29 - Vienna, Austria - Stadthalle





Grup, geçtiğimiz yaz, Lynch Mob ile de çalışmış olan bassçı Michael Devin'i kadrosuna eklediğinin haberini vermişti.Yani Whitesnake'in son kadrosu; Doug Aldrich - Reb Beach - David Coverdale - Michael Devin - Brian Tichy şeklinde...Brian Tichy'nin de Ozzy Osbourne, Velvet Rovelver gibi önemli isimlerle çalışmışlığını biliyoruz.
Kimse yeni bir Whitesnake albümünün balladsız olabileceğini düşünmezken, Coverdale bu fikri onaylayan açıklamalar yaptı albümle ilgili; ve daha blues ruhlu, yer yer melodik power rock ezgili olacağını söyledi...

Memlekette iki kere izlemiş olduğumuz grubu, yeni yılda yeni albümleriyle yeniden seyretsek güzel olmaz mı...?
Bence OLUR.




9 Ara 2010

Maskott


Maskott'un Tuval albümünün kayıtlarında 80lerin ünlü ''Heart'' grubunun davulcusu Ben Smith'in olduğunu millet atladı geçti...Hele ki albüm prodüktörlüğünde 90lı yıllarda Pearl Jam'e altın yıllarını yaşayan Geoff Ott'un yer aldığını...Mor ve Ötesi'nin ilk albümleri ve Malt bir yanda dursun, ben Türkçe Rock konu oldu mu en iyi lirikleri Kargo'dan ve devamında da Koray ve Serkan'lı Maskott'dan duydum hep, kim ne derse desin...Nerdeyse her sene bu tarz yeni gruplar çıkar oldu memlekette; sevenler için bu çok güzel bir gelişme ama en güzel ses bence hala Koray'da:)


Grup, Ocak ayından itibaren Tr'nin çeşitli yerlerinde konserler verecek, açıklanan bir tarih henüz yok ama umarım turnenin sonunda İstanbul'da izlerim. 

Nadas
Yalniz Ben
Teselli
Tuval
Zor Bu Isler
Melekler Sehri
Ay Isigi
Ucmak Istedigimde
Nefessiz
Mum Gibi

Şimdilik açıklanan konserleri: 

6 Ocak Perşembe Eskişehir Up'n Down
7 Ocak Cuma Ankara Overall
13 Ocak Perşembe Bursa Resimli
14 Ocak Cuma İzmir Bios

8 Ara 2010

Hobbit Serisi


Hikayenin, en sevdiğim kitabın ilk filminin çekimleri Yeni Zelanda'da başlamak üzereymiş,hatta çekimler boyunca Yeni Zelanda'da turizm patlaması yaşanacakmış, ki sonrasında Hobbit Part 2'nin çekimlerinin de aynı mekanlarda çekileceğini düşünürsek bu turizm patlamasının daha süreceğini söyleyebiliriz, aslında sevenlerle tur düzenleyerek gitmek lazım:)
.Ama malesef izlemek için daha 1 sene bekleyeceğiz...Rastlantı ki, ilk Lotr'i de Aralık ayında izlemiştik...
3lemeye nazaran barındırdığı karakterlerin çokluğundan dolayı bence çok prodüksiyonlu ve zengin bir içeriği olacak, en azından olması lazım...Yıllar sonra Cate Blanchett'i izlemek de güzel olacak yine Galadriel olarak.


Kitabın öyküsü bu filmle kalmıyor tabiki, The Hobbit:Part 2'nun filmi de hemen ilkinden sonra başlıyor ve 2013 Aralık'ında Amerika'da gösterime giriyor...Lotr'de olduğu gibi büyük ihtimal bizde de aynı anda vizyona girecektir...Ömrümüz yeterse hepsini izleyeceğiz, Lotr hikayesinin başını, Bilbo'nun gençliğindeki mücadelelerini bilmeyenler de Hobbit serisiyle beraber öğrenmiş olacak... 
Bunu niye yazdım, Tolkien dünyasının en sevdiğim eseri, Hobbit olduğu için...ve nerdeyse 8-9 senedir bu film(ler)i beklediğim için...

Gandalf karakterini canlandırarak gönüllerde bir kez daha taht kuran Sir Ian McKellen'in official sitesinden geçtiğimiz günlerde açıklama yapıldı: '' Sitede yer alan diğer bir konu ise senaryo. Hobbit'in senaryo çalışmalarının devam ettiği, hazırlanan ilk taslakta eski ve yeni karakterlere (Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit) yer verildiği belirtiliyor.Tüm bu bilgiler için resmî bir basın açıklamasının yapılmadığını, bilgilerin sadece Sir Ian McKellen'ın kişisel web sitesinde yer aldığını da belirtmekte  fayda var.''

7 Ara 2010

Judas is Rising?


Tamam, Judas Priest'in yaptığı açıklamaya üzüldük tıpkı biraz Scorpions olayı gibi ama,dünya turnesi tarihlerini açıklarken bunu şimdiden ilan etmek birazda ''Bak bu görmek için son şansınız, verin paraları; gördünüz gördünüz.'' demek olmuyor mu, ben mi yanlış düşünüyorum? Böylelikle son konserler diye fiyatları da yükselmiyor mudur? Hafiften bana samimi gelmeyen taktikler...


Bu arada gözüme çarpmışken 2005-2008 konserlerinin albüme yansıması olan Judas Priest - A Touch of Evil: Live süpermiş, gelin görün ki bu yaz çıkartılan 'sözde' best of, Setlist; dünyanın en zayıf Judas toplaması resmen...Şaka maka zaten 5-6 senedir Judas'tan çok güzel ve yeni bir şey dinlemedik ki...Benim için onlar 97 Jugulator sonrası zaten bitmişti, sonrasında çıkan albümlerdeki birkaç şarkı ve arada sürekli çıkardıkları best of, konser dvd'leri, box'lar, promolar vb ile bu işi götürdüler..
Konu Maiden bile olsa, benim sevdiğim Heavy Metal'de ''müziği bırakma, gruba son verme, bir şekilde emekli olma'' kararlarına çok inanmayıp ''hadi ordan'' diyen biriyim.
İngilizdir, Heavy Metal'dir çok severim ama Judas benim için tembel bir gruptur.

1 Ara 2010

Hard Rock Amerika'nın işi: Hinder


80ler furyasından 2000lere kadar o bildiğimiz ve hala dinlediğimiz 'klasik' anlamdaki Hard Rock grupları kendi işlerine iyi kötü devam ederken yeni solukların pek çıkmadığını düşünürken 2001'de kurulmuş bir isimle yeni tanıştım. Bu konuda bendeki doymuşluk, beni yeni gruplarda kaliteli basitlik ve kolay anlaşılırlık özelliklerini aramaya itti; steel panther gibi, buckcherry ya da bu yazımda üzerinde durmak istediğim Hinder gibi...Onları diğerlerinden ayıran hiç bir özellikleri yok; yormadan, eğlendirerek ya da duygulandırarak kendilerini dinletiyorlar.Çünkü artık dünya bunu istiyor, yapımcılar bunu istiyor ve bahsedilen paralar da böyle kazanılıyor.Bununla doğru orantılıdır ki çıkardıkları albümlere sayısız klipler çekebildiklerini de görüyoruz. Henüz 3.albümünü bitiren Hinder'in dünden beri kaç klibini seyrettim,hatırlamıyorum; ve gözüken şu ki gayet prodüksiyonlu işler.


2005-Extreme Behavior, 2008-Take It to the Limit ve son olarak yeni yayınlanan All American Nightmare isimli single'ları var grubun. Kafamda hit olup yıllarca izini taşıyacağım şarkıları olmasa da, albümlerinde vasat şarkısı bile yok Hinder'in...Çok kasmadan artistlenmeden, basit söz ve rifflerle bile bu işin gayet kaliteli yapılabileceğinin kanıtı olmuş Hinder...Çoğunuza mtv tarzı pop rock grubuymuş gibi de gelebilir ama hayır bana gelmedi; sadece zamanımızın Amerikan Hard Rock'ının böyle olduğuna inananlardanım artık, gayet de keyif alıyorum. Hele vokalinin sesi hızlı parçalarda yırtık; ballad tadındakilerde gayet çatallı ve hissiyatlı, nabza göre şeker veren cinsten.Orjinal mi, hayır değil.
Üzerinde durmak istediğim grupla ilgili wiki'den alıntı yapacağım: ''
2009 yılına gelindiğinde ise Hinder, Theory of a Deadman ve The Guitar Center adlı yarışma birincisi The Last Vegas adlı gruplar ile birlikte Motley Crue’nun Saints of Los Angeles Tour adlı konser organizasyonunda yer aldı.
Temmuz 2009’da ise Hinder; Papa Roach ve Saving Abel ile Nickelback’in Dark Horse Tour adlı konser organizasyonunda yer alacak.''

Bol bol klipleri var demiştim, size önereceğim şarkıları klipleriyle vereyim:






ve son olarak yeni single klipleri, All American Nightmare - http://www.youtube.com/watch?v=Cx5PcB1t-s8
  

Gilbert...Paul Gilbert.


5 yaşında gitarla tanışıp 20lerine geldiğinde büyük virtüözlere meydan okuyan bir Amerikalı, konser vermek için İstanbul'a geliyor; güzelliğin farkında mısınız?
Gitarını karşısına alıp ''senin için gençliğimi, güzelliğimi veririm'' diyen Gilbert, bugüne kadar yaklaşık 18 solo albümün dışında güzelim grup Mr.Big ile 10-11 tane (son albümde var mı emin değilim); Racer X ile 7 tane albüme sololarını yazdırdı..Şuan 44 yaşında yani henüz genç olan virtüözün hayatına bu kadar çok şeyi sığdırmış olması müziğine ve gitarına olan aşkını bizlere sergilemek için yeterli bir sebep değil midir? Bu da yetmiyormuş gibi hem yakışıklı hem de karizmatik bir adamdır kendisi, üzerinize afiyet...
Bu sebeplerden dolayı, son zamanlarda ben gibi Hard Rock sevdalılarına güzel işler yapan Mood Pro.nun  6 Aralık Pazartesi akşamı Romeo Juliet Performance Hall'da düzenleyeceği Paul Gilbert müzikal kulak orgazmına gidilmez mi; evet, kesinlikle gidilir.


Son albümü FUZZ UNIVERSE' ü dinliyorum şuanda, dinlememiş olanlar varsa konser öncesi bir baksın; eminim konsere iki kat azmış bir şekilde gireceksiniz...Garanti.

Bonus şarkı olan, redneck hissiyatıyla yüklü şarkı da pek muazzam oluvermiş; http://www.youtube.com/watch?v=pmCtWo3_b7c





27 Kas 2010

Yapacak bi'şey yok.


Sahip olduğun zaman para harcamak kadar kolay olmamalı bir insanı harcamak; ikisi de zor kazanılıyor...
Halbuki para kazanmak için saatleri günleri, koca bir gençliği feda edebilirken insan kazanmak için kılını kımıldatmayanları gördüm; onu, elindeki paradan çok daha hızlı harcayanları da...Mezara kadar gidecek aşklar dostluklar yok; kalmadı ama, mezara götürülmek istenen paralar söz konusu, sanırım...
Sağlık olsun.



17 Kas 2010

Nedir bu AOR ?


Album-oriented rock (AOR, çev. albüm yönelimli rock) radyo formatının kökleri 1960’ların idealizminin kökündeki konseptleri programlayarak başladı. Freeform ve Progressive formatları repertuarı genişletti ve AOR playlistlerini en parlak çağının geneli boyunca domine edecek tonu ayarladı.

1960’ların ortasından sonlarına, FCC (Federal İletişim Komisyonu) FM radyo istasyonlarının sadece AM nüshalarının programlamalarının bir Simulcast (eşzamanlı yayın)’ini yayınlamalarını engelleyen bir çoğaltma karşıtı kanun düzenledi. AM/FM kombo istasyonları sahipleri bu yeni düzenlemelere karşı sert mücadeleler vererek yeni kuralların 18 ay gecikmesini sağladılar. Kanun geçtiğinde, istasyon sahipleri hızlı bir şekilde alternatif programlama seçenekleri bulmak durumundaydılar.

Ticari radyoda Freeform formatı FM hava dalgalarını ucuza programlama ihtiyacından doğmuştur. KMPX’ten Tom Donahue gibi programcılar DJ’lerin genelde geniş bir tarz yelpazesini kapsayan uzun müzik setleri çalabilme özgürlüklerinin bulunduğu istasyonlar geliştirdiler. Şarkılar hitlerle veya single’larla kısıtlı değildi; hatta DJ’ler ağırlıklı olarak günün Top 40 istasyonlarında duyulanlara kıyasla daha yeni ve maceracı sanatçıların köşede kalmış ve uzun şarkılarına yer veriyorlardı. Bu, 1960 ve 70’lerde rock’ın dışavuruma dayalı esas sanatsal damarı olarak albümlerin single’lara karşı yükselişini yansıtmıştır.

Birkaç istisna hariç ticari Freeform’un ömrü nispeten kısa sürmüştür. FM radyosu edinen dinleyici sayısı arttıkça, istasyonların daha yüksek fiyatla reklam satmaları için gereken pazar payını çekme şansları artmıştır.

1970’e gelindiğinde istasyonların çoğu programlama kurallarına bir “saat” ve “rotasyon” sistemi tesis etmeye geçiyordu. Bu kaymayla, 70’ler başlarındaki istasyon formatları artık Progressive olarak bilinmeye başladı. DJ’lerin hala çaldıkları müziğe yoğun katkısı vardı, ve seçimleri derin ve eklektikti, yelpaze folk’tan hard rock’a, arada sıkça atılan fusion jazz gibi tarzlara uzanıyordu.

Bu zamanlarda popülerlik kazanan geniş bir rock tarzı Progressive Rock olarak bilindi, muhtemelen sanatçıların ünü ve başarısı Progressive istasyonlara atfedilebildiği için; tıpkı College Rock etiketinin 1980’lerde öğrenciler tarafından işletilen kolej istasyonlarında çalınan gruplara verilmesi gibi.

Albüm yönelimli rock
1970’lerin ortalarında, program yöneticileri canlı yayında çalınan şarkılar üzerinde daha çok kontrol sahibi olmaya başladıkça, Freeform ve Progressive istasyonları albüm yönelimli rock formatına geçtiler. İstasyonlar hala uzun şarkılar ve derin albüm şarkıları çalıyorlardı (single’lar yerine), ama program yöneticileri ve danışmanları şarkı seçiminde daha etkin bir rol üstlendiler, genelde yayını belli bir albümdeki birkaç “fokus şarkı”yla sınırlayıp, ağırlığı birkaç yıl öncesine kıyasla daha “ticari” bir sound’u olan sanatçılara verdiler. Cleveland’ın itibarlı istasyonu WMMS’den ünlü DJ “Kid Leo” Travagliante 1975’teki bir röportajda değişiklikleri gözlemlemiştir: “60’lar şimdilerde sona eriyor sanırım. 70’lere gerçekten şimdi başlıyoruz. Vurgu, ‘uygun’dan çok eğlenceye kayıyor tekrar… Aslında, ben bizim istasyona progressive radio demezdim. Demode bu. Radyo derim. Ama güzel bir isim duydum, AOR. Album-Oriented Rock. Bu 70’ler için bir isimdir.”

Albüm yönelimli rock’taki “rock” 70’lerin sonunda, AOR müzik kitaplıkları ve playlistleri zamanında benimsenmiş geniş tarz yelpazesini rock merkezli bir sound’a yoğunlaşmak için bir kenara bıraktıklarında eklendi. Arada olan folk, jazz, blues seçimleri seyrekleşti ve birçok siyahi sanatçı yayından kaldırıldı. Stevie Wonder, War, Sly Stone ve diğerleri gibi soul ve R&B sanatçıları eski formatta ilahlaştırılmışken, AOR artık bu tarzları temsil etmiyordu ve diskoya karşı da tavır almıştı. 1979’da, Chicago’daki WLUP’den Steve Dahl radyo programında disko plaklarını yok etti, bu Comiskey Park’taki Disco Demolition Night (Disko Tahrip Gecesi) ile sonuçlandı. Seattle’daki KISW’dan Steve Slaton da yayında benzer bir harekette bulundu, bu da istasyonun Epic Rock kayıt albümünde yer aldı. Bowling Green, Kentucky’deki WLBJ istasyonundan Jay Preston bir disko hitinden birkaç dize çaldıktan sonra pikap iğnesini plağın üzerinde teklifsizce defalarca gezdirdikten sonra plağı havada kırardı.

Freeform, Progressive, AOR ve nihayetinde Classic rock formatlarını birbirine bağlayan şey her evrede süregelen rock sanatçıları ve şarkılarının devamlılığıdır. Freeform ve Progressive safhalarının DJ’leri ve programcıları AOR’un ve şimdi Classic rock’ın temelini oluşturan rock müzik repertuarını ve iletim tarzını geliştirmeye devam ettiler. ‘Demografik kökleri’nde kalmaya karar veren bu AOR istasyonları, eski dinleyicilerinin ilgi göstermeyebileceği yeni grupları sakınarak klasik rock istasyonları haline geldiler. Tamamen klasik rock’a dönüşmeyenler genelde akıllı gün paylaşımı kullanarak eski dinleyicilerine tutundular – 9-5 iş saatleri arasında ağırlıklı olarak klasik rock çalıp, dinleyici kitlesinin gençleştiği gece saatlerinde daha yeni, maceracı şarkıları “karışıma ekleyerek”.

Burkhart/Abrams
Radyo danışmanları, Kent Burkhart ve Lee Abrams’ın AOR üzerinde dev bir etkisi olmuştur. 70’lerin başında başlayarak 80’lerde sayıları yüzlere varan istasyonlarla sözleşmelere başlamışlardır. Lee Abrams bir “Süper Starlar” formatı başlatmış, Raleigh NC’deki WQDR’da önceliğini yapmış ve yüksek reyting getirmekte çok başarılı olmuştur. Basitçe, Abrams Top 40 prensiplerini alıp onları AOR’a uygulamıştır. “Süper Starlar” formatı Top 40 kadar sıkı olmasa da, daha sınırlıydı. Bu şirket ABD’deki AOR istasyonlarının önemli bir bölümünün playlistlerini yönetmiştir. Formatın esasının playlistsiz, özgür bir yaklaşım temelli olduğu göz önüne alındığında, bu ironik olarak düşünülebilir. Lee Abrams şimdi XM Satellite Radio için Programlama Şefidir.

Eleştiri
80’lerin başında, AOR radyosu programlamalarındaki siyahi sanatçı eksikliğinden dolayı eleştirilmiştir. AOR programcıları, farklılık eksikliğinin reyting ve dinleyici kitlesi gibi gerekçelere dayalı olarak radyo formatlarındaki artan ihtisaslaşmanın bir sonucu olduğunu söyleyerek cevap vermişlerdir. Hakikaten, çoğu AOR istasyonu kötü çocuk imajını geliştirirken hard rock’ı benimsemiştir. 1983’te Michael Jackson’ın albümü Thriller’ın inkâr edilemeyecek başarısı bazı AOR istasyonlarının playlistlerine Jackson’ın Eddie Van Halen’lı “Beat It”’i ekleyerek tavırlarını yumuşatmalarıyla sonuçlanmıştır. Aynı süreç içerisinde diğer siyahi sanatçılar da AOR radyosuna akın yaptılar – Prince’den “Little Red Corvette”, Eddy Grant’ten “Electric Avenue” ve “Beat It”’in hepsi 1983 nisanında aynı haftada Billboard’ın Top Şarkılar’ına giriş yaptılar.

Michael Jackson’ın “Beat It”’inin göreli başarısı öbür siyahi sanatçılar için AOR istasyonlarında barajların kapısını açmadı. Ancak çatlaklar oluşmuştu, ve 80’lerin kalanında Jon Butcher, Tracy Chapman, Living Colour, Prince ve Lenny Kravitz değişen miktarlarda AOR yayın zamanı kazandılar.

Yan Ürün Formatları
Albüm yönelimli rock’ın olağanüstü başarısı ve yüksek rekabetli reyting savaşının formatın değişik perspektifleri yansıtarak parçalanmasına katkıda bulunmuş olması muhtemeldir. 1980’ler Guns N Roses, Mötley Crüe ve Bon Jovi gibi glam metal gruplarının bazı istasyonlara eklendiğini görürken, diğerleri The Fixx, INXS ve U2 gibi modern rock gruplarını benimsemiştir. Lakin 80’lerin sonuna doğru, AOR istasyonları gittikçe daha az yeni sanatçı çalıyorlardı ve Grunge, Alternative ile Hip-Hop’ın yükselişi albüm yönelimli rock formatının gözden kaybolmasını hızlandırdı. 90’ların başına gelindiğinde çoğu AOR istasyonu ya direk klasik rock formatına geçmişlerdi, ya da bir şekilde AOR yaklaşımlı öbür mevcut formatlara direksiyon kırmışlardı:
-          Adult Album Alternative (Triple A olarak bilinir, çev. Yetişkin Albüm Alternatifi) hard rock veya heavy metal’in olmadığı, yumuşak bir AOR’ın yankısıdır. Bir süre Seattle’dan KMTT “Freeform Cumaları” promosyonu bile yapmıştır, FM radyosunun pastırma yazları için de Gri Atkuyruğu Özel programını yapmıştır.
-          Modern Rock/Alternatif Bu formatın öncülerinden biri Los Angeles’tan KROQ’tur, New Wave, Punk, College Rock ve Grunge/Alternative eğilimleriyle beraber müziğe AOR programlamasıyla yaklaşmıştır.
-          Aktif Rock Bugünün mainstream albüm rock’ı, Stone Temple Pilots, Foo Fighters ve Linkin Park gibi grupları çalar. Aktif rock formatının yolu eskiden yayında olan (şimdi sadece internet üzerinden hizmet veren) Long Beach, California’lı KNAC-FM ve Nationally Syndicated Z Rock Network (1986 – 1996 arasında hizmet vermiştir) tarafından açılmış, Clearwater, Florida’dan WXTB-FM tarafından Ocak 1990’da genişletilmiştir.

Çalınan Müzik
Radyo formatlarının geneli hit single’ların seçilmiş, sıkı bir rotasyonuyla menşelidir. En iyi örnek Top 40’tır, her ne kadar Country, Smooth Jazz ve Urban gibi diğer formatlar aynı temel prensipleri uygulasalar da. En popüler şarkılar rotasyondaki sıralamalarına göre her 2 ila 6 saatte bir tekrarlanır. Genelde takip edilmesi gereken titiz bir liste veya sıralama vardır, ve DJ çalınanlarla ilgili karar vermez.

AOR, rotasyon konsepti üzerine kurulmuş olsa da, single’lardansa bir bütün olarak albüme yoğunlaşıyordu. 1970’lerin başında çoğu DJ’in verilen bir albümden hangi şarkının çalınacağını seçme özgürlüğü vardı – plakları hangi sırayla çalacaklarına dair serbestlik gibi.

70’ler ilerledikçe AOR formatları sıkılaştı ve şarkı seçimi DJ’den Program Yöneticisi veya Müzik Yöneticisi’ne kaydı. Yine de, bir AOR istasyonu bir albümü rotasyona eklediğinde genelde bir anda birkaç şarkıya yoğunlaşıyordu, tek tek piyasaya sürülen single’ları çalmaktansa.

Bu kısa listeler albüm yönelimli rock istasyonlarındaki yayınların uzun tarihi boyunca Amerikan radyosunun unsurları haline gelen şeylerin sadece bir numunesini temsil etmektedir. AOR yeni müzik çalmayı bırakıp 1980’lerin sonlarına doğru öldüğünden dolayı, AOR’ın çekirdek repertuarı Classic Rock formatınınki haline geldi.

Röportaj: Mike Portnoy D.T'den ayrılmadan önce '09


Dream Theater’den Mike Portnoy yakın zamanlarda Classic Rock ödül törenine katılmak için İngiltere’deydi, biz de onunla oturup sizlerin Sanatçıya Sor’a yolladığınız soruları ona yöneltme fırsatını kaçırmadık.
Mail atan herkese çok teşekkürler – şu ana kadar aldığımız EN BÜYÜK karşılıktı. İşte o engin karşılığın içinden seçtiğimiz bazı soruların cevapları. Keyfini çıkarın!

SPERRY, OKLAHOMA’DAN MIKE CORVIN:
Dream Theater şu ana kadar hiç bir film müziği yapmayı düşündü mü?

Çok isteriz – tüm kariyerimiz boyunca, özellikle enstrümantal taraf olarak bundan bahsettik. Sadece doğru fırsata ihtiyacımız var. Pink Floyd gibi gruplar bunları 60lar ve 70lerde yaparlardı, birkaç filme müzik yapmışlıkları var. Bence çok sıkı şeyler üretebiliriz, yani sadece teklif bekliyoruz.

ABD’DEN MARK MAHONEY:
‘Live at Budokan’ DVD’sinde, ‘Beyond This Life’’ın sonunda Mike ve Jordan bir çağrı-cevap düeti yapıyorlar. Mike takıma doğru yöneliyor ve grubun geri kalanı ona katılıyorlar, ve bölüm de Zappa’dan bir alıntıyla kapanıyor. Frank ekranda bunu yönetiyor ve grup da bestenin üzerine takılıyor – ama o hangi Frank Zappa bestesi? Bir türlü bulamıyorum!

Kullandığımız bir Zappa şarkısı değildi, Zappa tarzında jam yapıyorduk. Bu jam’in ucunun çıktığı ‘Beyond This Life’’taki ‘Unison’ kısmına hep ‘Zappa’ bölümü dedik, çünkü tuhaf bir tonlaması var ve Jordan bu merimbau/ksilofon sound’unu kullanıyor. Bu jam’i canlı çalmaya başladığımızda, Jordan ve ben Zappa tarzı tonlamada ve dolambaçlı figürlerle jam yapmaya başladık, benim de aklıma Frank’i sahneye bizi yönetir halde koyma fikri geldi – yani bu bizim kendi jam’imiz, sadece Frank modunda!

BREZİLYA’DAN FABIO DIAS:
Alkoliklikten kurtulmanın toplantılara katılmak ve bu adımlar üzerine günlük menşede çalışmayı, ve hatta bazen birine sponsorluk yapmayı gerektirdiğinin hepimiz farkındayız. Yoldaki bir müzisyen olarak bu sorunlarla nasıl başa çıkıyorsunuz? Evdeyken hala toplantılara gidiyor musunuz, veya diğer ülkelerdeki toplantılara katılacak zaman buluyor musunuz?

Güzel soru. Sorunuma çözüm benim için AA idi. Herkes için değil, başka insanların sorunlarıyla başa çıkmak için farklı yolları var ama benim için çözüm buydu. Ancak toplantılara gitmeye başladıktan sonra içki ve uyuşturucuyu tamamen bir kenara bırakabildim. Neredeyse on yıldır ayığım ve bu AA toplantıları sayesinde. İlk birkaç ayık senemde her gün o toplantılara gitmek zorundaydım, ve her gün gittim, yoldayken bile bir şehre girince yaptığım ilk iş yardım hattını arayıp gidecek bir toplantı bulmaktı. Kansas’tan, Tokyo’ya, Londra’ya kadar her yerdeki toplantılarda bulundum. Ayıklığım için kesinlikle zorunluydu. Şimdi, elimin altında ona yakın yıl varken toplantılara gitmeden yolda zaman geçirebiliyorum, ama tamamen bırakmak tavsiye edilmiyor, aslında her zaman toplantılara gitmelisiniz. Bazen evde insanlar niye hala gittiğimi soruyor, ama biliyorum ki gitmezsem yine içerim. Durumu tazelemelisiniz. Eskiden gittiğim kadar değil ama hala gidiyorum, benim için çok önemli.


İNGİLTERE’DEN ADAM WARNE:
Yakın gelecekte İngiltere’de bir davul atölyesi yapacak mısınız? Ayrıca, Max Stax serinizin (Mike’ın kendi Sabian zil serisi) fikri nasıl aklınıza geldi? Sadece farklı zilleri birbirinin üstüne koyarak deney mi yaptınız?

Maalesef artık atölye yapmıyorum, yüzlerce yaptım ve en sonunda artık yeter dedim ve 6 yıl kadar önce yapmayı bıraktım. Stax aşağı yukarı dediğin gibi oluştu. Ben Sabian çalmaya başladığımda bana hiç Stax önermediler – Terry Bozzio onları onaylamadan önceydi – ben de davul kitinde öyle bir ses çıkarabilmek için birkaç şeyi öbürlerinin üzerine yığardım – splash ve china’yı. En sonunda kendi serimi çıkartma fikri geldi aklıma çünkü elde mevcut değillerdi, aslında ben çıkartmaya başladığımda da mevcut değillerdi, çünkü Terry Bozzio henüz Sabian’la çalışmıyordu. O vakit kendi tipinde Sabian’ın elinde mevcut tek zil oydu.

NATALIE GLADKAYA:
Karmaşık davul partisyonları çalarken neden bazen kendi kafanıza vuruyorsunuz? Ayrıca, canlı şovlarınız için ‘An Evening With Dream Theater’ formatını geri getirme ihtimaliniz var mı? Daha fazla unplugged/akustik konserler vermeyi düşündünüz mü?

Neden kafama vurduğumu bilmiyorum, durmam gerektiğini düşünmeye başladım – bir beyin anevrizmasının geldiğini hissediyorum! Evet, ‘Evening with…’ formatının gelecekte geri gelme olasılığı hayli yüksek. Biraz ondan uzaklaşmamız gerekiyordu, ama birkaç yıldır uzak olduğumuza göre, biraz karıştırıp geri getirmek mantıklı olabilir. Akustik şovlara gelince, asla asla demem, mümkündür. Bu unplugged mevzusunun pek hayranı sayılmam – klişe bir şey ve her grup yapıyor. 90’ların sonunda buna benzer birkaç şov yaptık, eğlenceliydi, farklıydı, dolayısıyla asla asla demem ama şu an için bir plan yok.

FİNLANDİYA’DAN TONI HYTONEN:
DVD’lerle, canlı şovlarla, bootleglerle, yan projelerle vs. Dream Theater hayranlarına çok şey öneriyor. Yapacak bu kadar şeyle, grup ve birey olarak nasıl bir arada kalıyorsunuz?

Eh, zaman yönetimi benim için büyük bir sorun çünkü grup için birçok şeyi ben yürütüyorum, yani olay tamamen hepsini bir şekilde sıkıştırmak. Bilemiyorum, ben meşgul olmak için yaratılmışım sadece. Öbür elemanlar eve gidebilirler, haftalarca veya aylarca hiçbir şey yapmadan tatil yapabilirler, işlerine de gelir, ama ben zibilyon tane proje yapmalıyım. Cevabın ne olduğunu bilmiyorum, çizilebilecek bir şey değil. Ya işkolik birisinizdir, ya da değilsinizdir. Ona uygun kişilikler var, benimki de iyi ki, veya maalesef, öyle bir kişilik.

VIRGINIA, BRAMBLETON’DAN DAVID FITCH:
Progressive Nation DVD’si çıkarma ihtimaliniz var mı?

İsterdim, ama ufukta gözükmüyor. Bu albüm ve turne DVD’si olmayan ilk olacak, ama olsun, hep aynı formülü veya modeli yapmaktan nefret ederim zaten.

SYDNEY, AVUSTRALYA’DAN ROB RETALIC:
Dream Theater’ı olduğu kartopundan şimdiki çığa çevirmek ne kadar sürdü? Bir noktaya gelip sonra duvara çarpan çok grup görüyorum.

Berkeley’de kurulduğumuz günden Classic Rock ödüllerine gitmek için şurada oturduğumuz otel odasına kadar 24 yıl geçti. Çocukluktan imparatorluğa geçmek o kadar sürdü. Kartopunu yuvarlamak yıllar aldı ve habire tuğla duvarlara çarptık. Kariyerimizle ilgili bilinen bir şey varsa o da iniş ve çıkışlarla, yalan başlangıçlar ve yalan vaatlerle dolu olduğudur. Çok azim gerekiyor ve bence birçok grup bizim karşılaştığımız eleman değişiklikleri, iş sorunları ve engellerle karşılaşsa vazgeçerlerdi, bizim de bunu planladığımız zamanlar oldu ama işte buradayız. Vazgeçmediğimiz için hala ayaktayız.

STAVANGER, NORVEÇ’TEN TORY JOHNNESEN:
Kendi doldurmalarınızı kazara mı yarattınız, yoksa davula oturup uğraşarak mı buldunuz?

‘Kendi doldurmalarım’dan hiçbirinin bir akımda çıktığını zannetmiyorum, onlar birçok öteki davulculardan kaptığım şeylerin altını kazmamın bir neticesidir. Davul kahramanlarım iyi belgelenmişlerdir, ama John Bonham, Keith Moon, Neil Peart ve Terry Bozzio gibilerin tüm doldurmalarını ve marifetlerini gençken öğrendim. Bence benim tarzım da onlarınkilerin bir kombinasyonu. Ben her türlü müziğin veya müzisyenin böyle geliştiğini düşünüyorum, birçok farklı etkiyi bir potada eritmelisiniz, benim davulculuğum da böyle gelişti.

MEXICO CITY’DEN RODRIGO GUERRERO SALAZAR:
Porcupine Tree’den Steven Wilson’la birlikte çalışır mısınız?

Umarım. Senelerdir konuşuluyor; o, ben ve Mikael Akerfeldt arasında bir çalışma. Sadece bir zaman meselesiydi ama bence üçümüz de bu projeyi saran beklentiyle ilgili o kadar düşünceliyiz ki üçümüz de projeyi görebileceğimizi hissetmiyoruz. Bence hepimiz ağzımızı kapalı tutup, bir köşede yapıp herkesi şaşırtmış olmayı isterdik. Demişken, ben buna takvimimde öncelik veririm ve ikisine de istekli olduğumu, bir şekilde de mümkünse 2010’da yapmaya hazır olduğumu söyledim. Yapmayı çok isterim.

TREY LOWMAN:
Wendy’s’de favori yiyeceğiniz nedir?

Soğansız, peynirli tek. Bazen cesaretim yeterse yanına chili bile alıyorum, ama Wendy’s’e gideceğime Taco Bell’e giderim, ve eğer California’daysanız, In-&-Out Burger’ı kimse geçemez.



MARK MICHELL:
Ben de grubumla bir kariyer yapmak istiyorum. Sizin perspektifinizden bakınca, eğlence işinde başarılı biri olmak, bir ergen olarak Dream Theater’ı başlattığınızda beklentilerinizden farklı bir şey mi?

Hayal ettiğim her şey, güzel bir hayat yaşıyorum ve çok minnettarım. Çok şükür bu işte başarılı oldum çünkü ben gerçek hayatta aslında başka bir şey yapamam. Sabahları kalkıp işe gidemem, el becerisi gerektiren hiçbir işi yapamam, o yüzden iyi ki yaratıcı bir şeyi başardım. Biz grubu kurduğumuzda dünyanın her yerinde çalmak, albüm satıp turlamak gibi hayallerimiz yoktu, amacımız o değildi. Biz sadece beraber müzik yapmak isteyen bir avuç çocuktuk. Eğer o rock’n roll hayat tarzı ödüllerini almayı isteseydik muhtemelen farklı bir müzik tarzı seçerdik bence! Eğer olay seks, uyuşturucu ve rock’n roll’dan ibaret olsaydı Mötley Crüe gibi bir grupta olmam gerekirdi, ama nasılsa Dream Theater’ın yaptığını yapar olduk, ki bu da bariz daha uzmanlaşmış bir müzik, zengin ve ünlü olmak isteseydik pek iyi bir seçenek olmazdı. Böylesine azme sahip olup yaptığımızla bir isim ve kariyer yapmış olmakla çok şanslıyız, ama şu an olduğumuz yere gelmek çok, çok zaman aldı. Çok minnettarım. Dünyanın dört bir yanında muhteşem bir hayran kitlemiz var, her gece birçok kişiye çalabiliyoruz, hepimizin eşi ve çocukları var, ailelerimize iyi bir yaşam tarzı sağlayabilecek kadar para kazanıyoruz, ve ben yıllar içinde tüm kahramanlarımla tanıştım, takıldım ve çaldım, o yüzden kesinlikle gerçekleşmiş bir hayaldir benim için.

ADAM CHAPMAN:
Kendinizi dünyadaki bir numaralı Dream Theater fanı ilan ettiğinize göre, milyonlarca hayran gibi oturup bir Dream Theater şovunun keyfini çıkaramayacak olmak sizi mutsuz etmiyor mu?

Evet, bazen seyircinin arasında olmak nasıldır veya en azından canlı kulağa nasıl geliyoruz diye merak ediyorum. Yani, ben kendi davullarımı hiç seyirci açısından dinlemedim. Sanırım bunun tek yolu gruptan ayrılmam veya kovulmam olur, ikisi de şu ara seçenekler dahilinde gözükmüyor, o yüzden Dream Theater’ın keyfini sahnenin öbür tarafından çıkarmaya devam edeceğim gibi durmakta.

CANADA’DAN JAMES RIGG:
Yaşayan veya ölü, hangi grubun bir Dream Theater şarkısını coverlamasını duymak isterdiniz?

Opeth’ten ‘A Nightmare To Remember’ veya belki Iron Maiden’dan ‘A Change of Seasons’.

LOS ANGELES’TAN RICARDO SARABIA:
Şu ana kadar karşılaştığınız en iyi Dream Theater tribute grubu hangisi? Bir de, arada bir konserlerde giydiğiniz el yapımı ‘su ayakkabıları’nı üretip satma planınız var mı?

Tek bir tanesini söyleyemem. İtalya’dan, Japonya’dan, Amerika’ya kadar hepsini izledim, hepsi çok gurur verici, hepsi çok iyi müzisyenler, hepsi iyi yapıyorlar, belli bir tanesini seçemem. Ayakkabılara gelince, hayır. New Balance onları benim için yapıyor, ama satmakla ilgili bir planları olduğunu sanmıyorum.

LONG ISLAND, NEW YORK’TAN STEVEN LUCAS:
Bir oktavaryumun, ve onun ‘kapanına sıkışma’nın, müzik teorisine itaat edip ona bağlanmanın çaresizliğine, ve yaratıcı özgürlüğe rağmen, bestelenen her melodinin yanılmazcasına aynı oniki notanın serisinden oluşacak olmasına, hayatın engelleri ve sınırlarına karşı gizli metaforik bir göndermeyi anlatma yöntemi olduğunu varsayıyorum. Haklı mıyım?

Hayır.