Bizzat Ben

Fotoğrafım
İstanbul, Türkiye
From tourism business / Cook candidate / Fenerbahce lover / Iron Maiden maniac / Old school writer / MaidenTurkey Admin / Webitch / Jet City Woman / Rock'n Roll Angel / Beth...Ironclad...

15 Ara 2010

Koynumuzda Yılan Besleriz.


2011 yazına doğru yeni albüm çıkarmak için harıl vaziyet çalışan Whitesnake, konser verme sessizliğini de bozarak 2011 turnesinin Haziran tarihlerini açıkladı:

Haz 02 - Moscow, Russia - Megasport Arena
Haz 04 - St. Petersburg, Russia - Icearena
Haz 13 - Newcastle, UK - City Hall
Haz 14 - Glasgow, UK - Clyde Auditorium
Haz 16 - Wolverhampton, UK - Civic
Haz 17 - Manchester, UK - Apollo
Haz 19 - Bournemouth, UK - BIC
Haz 20 - London, UK - Hammersmith Apollo
Haz 22 - Milano, Italy - Gods of Metal
Haz 25 - Dessel, Belgium - Graspop Metal Meeting
Haz 28 - Prague, Czech Republic - Saska Arena
Haz 29 - Vienna, Austria - Stadthalle





Grup, geçtiğimiz yaz, Lynch Mob ile de çalışmış olan bassçı Michael Devin'i kadrosuna eklediğinin haberini vermişti.Yani Whitesnake'in son kadrosu; Doug Aldrich - Reb Beach - David Coverdale - Michael Devin - Brian Tichy şeklinde...Brian Tichy'nin de Ozzy Osbourne, Velvet Rovelver gibi önemli isimlerle çalışmışlığını biliyoruz.
Kimse yeni bir Whitesnake albümünün balladsız olabileceğini düşünmezken, Coverdale bu fikri onaylayan açıklamalar yaptı albümle ilgili; ve daha blues ruhlu, yer yer melodik power rock ezgili olacağını söyledi...

Memlekette iki kere izlemiş olduğumuz grubu, yeni yılda yeni albümleriyle yeniden seyretsek güzel olmaz mı...?
Bence OLUR.




9 Ara 2010

Maskott


Maskott'un Tuval albümünün kayıtlarında 80lerin ünlü ''Heart'' grubunun davulcusu Ben Smith'in olduğunu millet atladı geçti...Hele ki albüm prodüktörlüğünde 90lı yıllarda Pearl Jam'e altın yıllarını yaşayan Geoff Ott'un yer aldığını...Mor ve Ötesi'nin ilk albümleri ve Malt bir yanda dursun, ben Türkçe Rock konu oldu mu en iyi lirikleri Kargo'dan ve devamında da Koray ve Serkan'lı Maskott'dan duydum hep, kim ne derse desin...Nerdeyse her sene bu tarz yeni gruplar çıkar oldu memlekette; sevenler için bu çok güzel bir gelişme ama en güzel ses bence hala Koray'da:)


Grup, Ocak ayından itibaren Tr'nin çeşitli yerlerinde konserler verecek, açıklanan bir tarih henüz yok ama umarım turnenin sonunda İstanbul'da izlerim. 

Nadas
Yalniz Ben
Teselli
Tuval
Zor Bu Isler
Melekler Sehri
Ay Isigi
Ucmak Istedigimde
Nefessiz
Mum Gibi

Şimdilik açıklanan konserleri: 

6 Ocak Perşembe Eskişehir Up'n Down
7 Ocak Cuma Ankara Overall
13 Ocak Perşembe Bursa Resimli
14 Ocak Cuma İzmir Bios

8 Ara 2010

Hobbit Serisi


Hikayenin, en sevdiğim kitabın ilk filminin çekimleri Yeni Zelanda'da başlamak üzereymiş,hatta çekimler boyunca Yeni Zelanda'da turizm patlaması yaşanacakmış, ki sonrasında Hobbit Part 2'nin çekimlerinin de aynı mekanlarda çekileceğini düşünürsek bu turizm patlamasının daha süreceğini söyleyebiliriz, aslında sevenlerle tur düzenleyerek gitmek lazım:)
.Ama malesef izlemek için daha 1 sene bekleyeceğiz...Rastlantı ki, ilk Lotr'i de Aralık ayında izlemiştik...
3lemeye nazaran barındırdığı karakterlerin çokluğundan dolayı bence çok prodüksiyonlu ve zengin bir içeriği olacak, en azından olması lazım...Yıllar sonra Cate Blanchett'i izlemek de güzel olacak yine Galadriel olarak.


Kitabın öyküsü bu filmle kalmıyor tabiki, The Hobbit:Part 2'nun filmi de hemen ilkinden sonra başlıyor ve 2013 Aralık'ında Amerika'da gösterime giriyor...Lotr'de olduğu gibi büyük ihtimal bizde de aynı anda vizyona girecektir...Ömrümüz yeterse hepsini izleyeceğiz, Lotr hikayesinin başını, Bilbo'nun gençliğindeki mücadelelerini bilmeyenler de Hobbit serisiyle beraber öğrenmiş olacak... 
Bunu niye yazdım, Tolkien dünyasının en sevdiğim eseri, Hobbit olduğu için...ve nerdeyse 8-9 senedir bu film(ler)i beklediğim için...

Gandalf karakterini canlandırarak gönüllerde bir kez daha taht kuran Sir Ian McKellen'in official sitesinden geçtiğimiz günlerde açıklama yapıldı: '' Sitede yer alan diğer bir konu ise senaryo. Hobbit'in senaryo çalışmalarının devam ettiği, hazırlanan ilk taslakta eski ve yeni karakterlere (Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit) yer verildiği belirtiliyor.Tüm bu bilgiler için resmî bir basın açıklamasının yapılmadığını, bilgilerin sadece Sir Ian McKellen'ın kişisel web sitesinde yer aldığını da belirtmekte  fayda var.''

7 Ara 2010

Judas is Rising?


Tamam, Judas Priest'in yaptığı açıklamaya üzüldük tıpkı biraz Scorpions olayı gibi ama,dünya turnesi tarihlerini açıklarken bunu şimdiden ilan etmek birazda ''Bak bu görmek için son şansınız, verin paraları; gördünüz gördünüz.'' demek olmuyor mu, ben mi yanlış düşünüyorum? Böylelikle son konserler diye fiyatları da yükselmiyor mudur? Hafiften bana samimi gelmeyen taktikler...


Bu arada gözüme çarpmışken 2005-2008 konserlerinin albüme yansıması olan Judas Priest - A Touch of Evil: Live süpermiş, gelin görün ki bu yaz çıkartılan 'sözde' best of, Setlist; dünyanın en zayıf Judas toplaması resmen...Şaka maka zaten 5-6 senedir Judas'tan çok güzel ve yeni bir şey dinlemedik ki...Benim için onlar 97 Jugulator sonrası zaten bitmişti, sonrasında çıkan albümlerdeki birkaç şarkı ve arada sürekli çıkardıkları best of, konser dvd'leri, box'lar, promolar vb ile bu işi götürdüler..
Konu Maiden bile olsa, benim sevdiğim Heavy Metal'de ''müziği bırakma, gruba son verme, bir şekilde emekli olma'' kararlarına çok inanmayıp ''hadi ordan'' diyen biriyim.
İngilizdir, Heavy Metal'dir çok severim ama Judas benim için tembel bir gruptur.

1 Ara 2010

Hard Rock Amerika'nın işi: Hinder


80ler furyasından 2000lere kadar o bildiğimiz ve hala dinlediğimiz 'klasik' anlamdaki Hard Rock grupları kendi işlerine iyi kötü devam ederken yeni solukların pek çıkmadığını düşünürken 2001'de kurulmuş bir isimle yeni tanıştım. Bu konuda bendeki doymuşluk, beni yeni gruplarda kaliteli basitlik ve kolay anlaşılırlık özelliklerini aramaya itti; steel panther gibi, buckcherry ya da bu yazımda üzerinde durmak istediğim Hinder gibi...Onları diğerlerinden ayıran hiç bir özellikleri yok; yormadan, eğlendirerek ya da duygulandırarak kendilerini dinletiyorlar.Çünkü artık dünya bunu istiyor, yapımcılar bunu istiyor ve bahsedilen paralar da böyle kazanılıyor.Bununla doğru orantılıdır ki çıkardıkları albümlere sayısız klipler çekebildiklerini de görüyoruz. Henüz 3.albümünü bitiren Hinder'in dünden beri kaç klibini seyrettim,hatırlamıyorum; ve gözüken şu ki gayet prodüksiyonlu işler.


2005-Extreme Behavior, 2008-Take It to the Limit ve son olarak yeni yayınlanan All American Nightmare isimli single'ları var grubun. Kafamda hit olup yıllarca izini taşıyacağım şarkıları olmasa da, albümlerinde vasat şarkısı bile yok Hinder'in...Çok kasmadan artistlenmeden, basit söz ve rifflerle bile bu işin gayet kaliteli yapılabileceğinin kanıtı olmuş Hinder...Çoğunuza mtv tarzı pop rock grubuymuş gibi de gelebilir ama hayır bana gelmedi; sadece zamanımızın Amerikan Hard Rock'ının böyle olduğuna inananlardanım artık, gayet de keyif alıyorum. Hele vokalinin sesi hızlı parçalarda yırtık; ballad tadındakilerde gayet çatallı ve hissiyatlı, nabza göre şeker veren cinsten.Orjinal mi, hayır değil.
Üzerinde durmak istediğim grupla ilgili wiki'den alıntı yapacağım: ''
2009 yılına gelindiğinde ise Hinder, Theory of a Deadman ve The Guitar Center adlı yarışma birincisi The Last Vegas adlı gruplar ile birlikte Motley Crue’nun Saints of Los Angeles Tour adlı konser organizasyonunda yer aldı.
Temmuz 2009’da ise Hinder; Papa Roach ve Saving Abel ile Nickelback’in Dark Horse Tour adlı konser organizasyonunda yer alacak.''

Bol bol klipleri var demiştim, size önereceğim şarkıları klipleriyle vereyim:






ve son olarak yeni single klipleri, All American Nightmare - http://www.youtube.com/watch?v=Cx5PcB1t-s8
  

Gilbert...Paul Gilbert.


5 yaşında gitarla tanışıp 20lerine geldiğinde büyük virtüözlere meydan okuyan bir Amerikalı, konser vermek için İstanbul'a geliyor; güzelliğin farkında mısınız?
Gitarını karşısına alıp ''senin için gençliğimi, güzelliğimi veririm'' diyen Gilbert, bugüne kadar yaklaşık 18 solo albümün dışında güzelim grup Mr.Big ile 10-11 tane (son albümde var mı emin değilim); Racer X ile 7 tane albüme sololarını yazdırdı..Şuan 44 yaşında yani henüz genç olan virtüözün hayatına bu kadar çok şeyi sığdırmış olması müziğine ve gitarına olan aşkını bizlere sergilemek için yeterli bir sebep değil midir? Bu da yetmiyormuş gibi hem yakışıklı hem de karizmatik bir adamdır kendisi, üzerinize afiyet...
Bu sebeplerden dolayı, son zamanlarda ben gibi Hard Rock sevdalılarına güzel işler yapan Mood Pro.nun  6 Aralık Pazartesi akşamı Romeo Juliet Performance Hall'da düzenleyeceği Paul Gilbert müzikal kulak orgazmına gidilmez mi; evet, kesinlikle gidilir.


Son albümü FUZZ UNIVERSE' ü dinliyorum şuanda, dinlememiş olanlar varsa konser öncesi bir baksın; eminim konsere iki kat azmış bir şekilde gireceksiniz...Garanti.

Bonus şarkı olan, redneck hissiyatıyla yüklü şarkı da pek muazzam oluvermiş; http://www.youtube.com/watch?v=pmCtWo3_b7c





27 Kas 2010

Yapacak bi'şey yok.


Sahip olduğun zaman para harcamak kadar kolay olmamalı bir insanı harcamak; ikisi de zor kazanılıyor...
Halbuki para kazanmak için saatleri günleri, koca bir gençliği feda edebilirken insan kazanmak için kılını kımıldatmayanları gördüm; onu, elindeki paradan çok daha hızlı harcayanları da...Mezara kadar gidecek aşklar dostluklar yok; kalmadı ama, mezara götürülmek istenen paralar söz konusu, sanırım...
Sağlık olsun.



17 Kas 2010

Nedir bu AOR ?


Album-oriented rock (AOR, çev. albüm yönelimli rock) radyo formatının kökleri 1960’ların idealizminin kökündeki konseptleri programlayarak başladı. Freeform ve Progressive formatları repertuarı genişletti ve AOR playlistlerini en parlak çağının geneli boyunca domine edecek tonu ayarladı.

1960’ların ortasından sonlarına, FCC (Federal İletişim Komisyonu) FM radyo istasyonlarının sadece AM nüshalarının programlamalarının bir Simulcast (eşzamanlı yayın)’ini yayınlamalarını engelleyen bir çoğaltma karşıtı kanun düzenledi. AM/FM kombo istasyonları sahipleri bu yeni düzenlemelere karşı sert mücadeleler vererek yeni kuralların 18 ay gecikmesini sağladılar. Kanun geçtiğinde, istasyon sahipleri hızlı bir şekilde alternatif programlama seçenekleri bulmak durumundaydılar.

Ticari radyoda Freeform formatı FM hava dalgalarını ucuza programlama ihtiyacından doğmuştur. KMPX’ten Tom Donahue gibi programcılar DJ’lerin genelde geniş bir tarz yelpazesini kapsayan uzun müzik setleri çalabilme özgürlüklerinin bulunduğu istasyonlar geliştirdiler. Şarkılar hitlerle veya single’larla kısıtlı değildi; hatta DJ’ler ağırlıklı olarak günün Top 40 istasyonlarında duyulanlara kıyasla daha yeni ve maceracı sanatçıların köşede kalmış ve uzun şarkılarına yer veriyorlardı. Bu, 1960 ve 70’lerde rock’ın dışavuruma dayalı esas sanatsal damarı olarak albümlerin single’lara karşı yükselişini yansıtmıştır.

Birkaç istisna hariç ticari Freeform’un ömrü nispeten kısa sürmüştür. FM radyosu edinen dinleyici sayısı arttıkça, istasyonların daha yüksek fiyatla reklam satmaları için gereken pazar payını çekme şansları artmıştır.

1970’e gelindiğinde istasyonların çoğu programlama kurallarına bir “saat” ve “rotasyon” sistemi tesis etmeye geçiyordu. Bu kaymayla, 70’ler başlarındaki istasyon formatları artık Progressive olarak bilinmeye başladı. DJ’lerin hala çaldıkları müziğe yoğun katkısı vardı, ve seçimleri derin ve eklektikti, yelpaze folk’tan hard rock’a, arada sıkça atılan fusion jazz gibi tarzlara uzanıyordu.

Bu zamanlarda popülerlik kazanan geniş bir rock tarzı Progressive Rock olarak bilindi, muhtemelen sanatçıların ünü ve başarısı Progressive istasyonlara atfedilebildiği için; tıpkı College Rock etiketinin 1980’lerde öğrenciler tarafından işletilen kolej istasyonlarında çalınan gruplara verilmesi gibi.

Albüm yönelimli rock
1970’lerin ortalarında, program yöneticileri canlı yayında çalınan şarkılar üzerinde daha çok kontrol sahibi olmaya başladıkça, Freeform ve Progressive istasyonları albüm yönelimli rock formatına geçtiler. İstasyonlar hala uzun şarkılar ve derin albüm şarkıları çalıyorlardı (single’lar yerine), ama program yöneticileri ve danışmanları şarkı seçiminde daha etkin bir rol üstlendiler, genelde yayını belli bir albümdeki birkaç “fokus şarkı”yla sınırlayıp, ağırlığı birkaç yıl öncesine kıyasla daha “ticari” bir sound’u olan sanatçılara verdiler. Cleveland’ın itibarlı istasyonu WMMS’den ünlü DJ “Kid Leo” Travagliante 1975’teki bir röportajda değişiklikleri gözlemlemiştir: “60’lar şimdilerde sona eriyor sanırım. 70’lere gerçekten şimdi başlıyoruz. Vurgu, ‘uygun’dan çok eğlenceye kayıyor tekrar… Aslında, ben bizim istasyona progressive radio demezdim. Demode bu. Radyo derim. Ama güzel bir isim duydum, AOR. Album-Oriented Rock. Bu 70’ler için bir isimdir.”

Albüm yönelimli rock’taki “rock” 70’lerin sonunda, AOR müzik kitaplıkları ve playlistleri zamanında benimsenmiş geniş tarz yelpazesini rock merkezli bir sound’a yoğunlaşmak için bir kenara bıraktıklarında eklendi. Arada olan folk, jazz, blues seçimleri seyrekleşti ve birçok siyahi sanatçı yayından kaldırıldı. Stevie Wonder, War, Sly Stone ve diğerleri gibi soul ve R&B sanatçıları eski formatta ilahlaştırılmışken, AOR artık bu tarzları temsil etmiyordu ve diskoya karşı da tavır almıştı. 1979’da, Chicago’daki WLUP’den Steve Dahl radyo programında disko plaklarını yok etti, bu Comiskey Park’taki Disco Demolition Night (Disko Tahrip Gecesi) ile sonuçlandı. Seattle’daki KISW’dan Steve Slaton da yayında benzer bir harekette bulundu, bu da istasyonun Epic Rock kayıt albümünde yer aldı. Bowling Green, Kentucky’deki WLBJ istasyonundan Jay Preston bir disko hitinden birkaç dize çaldıktan sonra pikap iğnesini plağın üzerinde teklifsizce defalarca gezdirdikten sonra plağı havada kırardı.

Freeform, Progressive, AOR ve nihayetinde Classic rock formatlarını birbirine bağlayan şey her evrede süregelen rock sanatçıları ve şarkılarının devamlılığıdır. Freeform ve Progressive safhalarının DJ’leri ve programcıları AOR’un ve şimdi Classic rock’ın temelini oluşturan rock müzik repertuarını ve iletim tarzını geliştirmeye devam ettiler. ‘Demografik kökleri’nde kalmaya karar veren bu AOR istasyonları, eski dinleyicilerinin ilgi göstermeyebileceği yeni grupları sakınarak klasik rock istasyonları haline geldiler. Tamamen klasik rock’a dönüşmeyenler genelde akıllı gün paylaşımı kullanarak eski dinleyicilerine tutundular – 9-5 iş saatleri arasında ağırlıklı olarak klasik rock çalıp, dinleyici kitlesinin gençleştiği gece saatlerinde daha yeni, maceracı şarkıları “karışıma ekleyerek”.

Burkhart/Abrams
Radyo danışmanları, Kent Burkhart ve Lee Abrams’ın AOR üzerinde dev bir etkisi olmuştur. 70’lerin başında başlayarak 80’lerde sayıları yüzlere varan istasyonlarla sözleşmelere başlamışlardır. Lee Abrams bir “Süper Starlar” formatı başlatmış, Raleigh NC’deki WQDR’da önceliğini yapmış ve yüksek reyting getirmekte çok başarılı olmuştur. Basitçe, Abrams Top 40 prensiplerini alıp onları AOR’a uygulamıştır. “Süper Starlar” formatı Top 40 kadar sıkı olmasa da, daha sınırlıydı. Bu şirket ABD’deki AOR istasyonlarının önemli bir bölümünün playlistlerini yönetmiştir. Formatın esasının playlistsiz, özgür bir yaklaşım temelli olduğu göz önüne alındığında, bu ironik olarak düşünülebilir. Lee Abrams şimdi XM Satellite Radio için Programlama Şefidir.

Eleştiri
80’lerin başında, AOR radyosu programlamalarındaki siyahi sanatçı eksikliğinden dolayı eleştirilmiştir. AOR programcıları, farklılık eksikliğinin reyting ve dinleyici kitlesi gibi gerekçelere dayalı olarak radyo formatlarındaki artan ihtisaslaşmanın bir sonucu olduğunu söyleyerek cevap vermişlerdir. Hakikaten, çoğu AOR istasyonu kötü çocuk imajını geliştirirken hard rock’ı benimsemiştir. 1983’te Michael Jackson’ın albümü Thriller’ın inkâr edilemeyecek başarısı bazı AOR istasyonlarının playlistlerine Jackson’ın Eddie Van Halen’lı “Beat It”’i ekleyerek tavırlarını yumuşatmalarıyla sonuçlanmıştır. Aynı süreç içerisinde diğer siyahi sanatçılar da AOR radyosuna akın yaptılar – Prince’den “Little Red Corvette”, Eddy Grant’ten “Electric Avenue” ve “Beat It”’in hepsi 1983 nisanında aynı haftada Billboard’ın Top Şarkılar’ına giriş yaptılar.

Michael Jackson’ın “Beat It”’inin göreli başarısı öbür siyahi sanatçılar için AOR istasyonlarında barajların kapısını açmadı. Ancak çatlaklar oluşmuştu, ve 80’lerin kalanında Jon Butcher, Tracy Chapman, Living Colour, Prince ve Lenny Kravitz değişen miktarlarda AOR yayın zamanı kazandılar.

Yan Ürün Formatları
Albüm yönelimli rock’ın olağanüstü başarısı ve yüksek rekabetli reyting savaşının formatın değişik perspektifleri yansıtarak parçalanmasına katkıda bulunmuş olması muhtemeldir. 1980’ler Guns N Roses, Mötley Crüe ve Bon Jovi gibi glam metal gruplarının bazı istasyonlara eklendiğini görürken, diğerleri The Fixx, INXS ve U2 gibi modern rock gruplarını benimsemiştir. Lakin 80’lerin sonuna doğru, AOR istasyonları gittikçe daha az yeni sanatçı çalıyorlardı ve Grunge, Alternative ile Hip-Hop’ın yükselişi albüm yönelimli rock formatının gözden kaybolmasını hızlandırdı. 90’ların başına gelindiğinde çoğu AOR istasyonu ya direk klasik rock formatına geçmişlerdi, ya da bir şekilde AOR yaklaşımlı öbür mevcut formatlara direksiyon kırmışlardı:
-          Adult Album Alternative (Triple A olarak bilinir, çev. Yetişkin Albüm Alternatifi) hard rock veya heavy metal’in olmadığı, yumuşak bir AOR’ın yankısıdır. Bir süre Seattle’dan KMTT “Freeform Cumaları” promosyonu bile yapmıştır, FM radyosunun pastırma yazları için de Gri Atkuyruğu Özel programını yapmıştır.
-          Modern Rock/Alternatif Bu formatın öncülerinden biri Los Angeles’tan KROQ’tur, New Wave, Punk, College Rock ve Grunge/Alternative eğilimleriyle beraber müziğe AOR programlamasıyla yaklaşmıştır.
-          Aktif Rock Bugünün mainstream albüm rock’ı, Stone Temple Pilots, Foo Fighters ve Linkin Park gibi grupları çalar. Aktif rock formatının yolu eskiden yayında olan (şimdi sadece internet üzerinden hizmet veren) Long Beach, California’lı KNAC-FM ve Nationally Syndicated Z Rock Network (1986 – 1996 arasında hizmet vermiştir) tarafından açılmış, Clearwater, Florida’dan WXTB-FM tarafından Ocak 1990’da genişletilmiştir.

Çalınan Müzik
Radyo formatlarının geneli hit single’ların seçilmiş, sıkı bir rotasyonuyla menşelidir. En iyi örnek Top 40’tır, her ne kadar Country, Smooth Jazz ve Urban gibi diğer formatlar aynı temel prensipleri uygulasalar da. En popüler şarkılar rotasyondaki sıralamalarına göre her 2 ila 6 saatte bir tekrarlanır. Genelde takip edilmesi gereken titiz bir liste veya sıralama vardır, ve DJ çalınanlarla ilgili karar vermez.

AOR, rotasyon konsepti üzerine kurulmuş olsa da, single’lardansa bir bütün olarak albüme yoğunlaşıyordu. 1970’lerin başında çoğu DJ’in verilen bir albümden hangi şarkının çalınacağını seçme özgürlüğü vardı – plakları hangi sırayla çalacaklarına dair serbestlik gibi.

70’ler ilerledikçe AOR formatları sıkılaştı ve şarkı seçimi DJ’den Program Yöneticisi veya Müzik Yöneticisi’ne kaydı. Yine de, bir AOR istasyonu bir albümü rotasyona eklediğinde genelde bir anda birkaç şarkıya yoğunlaşıyordu, tek tek piyasaya sürülen single’ları çalmaktansa.

Bu kısa listeler albüm yönelimli rock istasyonlarındaki yayınların uzun tarihi boyunca Amerikan radyosunun unsurları haline gelen şeylerin sadece bir numunesini temsil etmektedir. AOR yeni müzik çalmayı bırakıp 1980’lerin sonlarına doğru öldüğünden dolayı, AOR’ın çekirdek repertuarı Classic Rock formatınınki haline geldi.

Röportaj: Mike Portnoy D.T'den ayrılmadan önce '09


Dream Theater’den Mike Portnoy yakın zamanlarda Classic Rock ödül törenine katılmak için İngiltere’deydi, biz de onunla oturup sizlerin Sanatçıya Sor’a yolladığınız soruları ona yöneltme fırsatını kaçırmadık.
Mail atan herkese çok teşekkürler – şu ana kadar aldığımız EN BÜYÜK karşılıktı. İşte o engin karşılığın içinden seçtiğimiz bazı soruların cevapları. Keyfini çıkarın!

SPERRY, OKLAHOMA’DAN MIKE CORVIN:
Dream Theater şu ana kadar hiç bir film müziği yapmayı düşündü mü?

Çok isteriz – tüm kariyerimiz boyunca, özellikle enstrümantal taraf olarak bundan bahsettik. Sadece doğru fırsata ihtiyacımız var. Pink Floyd gibi gruplar bunları 60lar ve 70lerde yaparlardı, birkaç filme müzik yapmışlıkları var. Bence çok sıkı şeyler üretebiliriz, yani sadece teklif bekliyoruz.

ABD’DEN MARK MAHONEY:
‘Live at Budokan’ DVD’sinde, ‘Beyond This Life’’ın sonunda Mike ve Jordan bir çağrı-cevap düeti yapıyorlar. Mike takıma doğru yöneliyor ve grubun geri kalanı ona katılıyorlar, ve bölüm de Zappa’dan bir alıntıyla kapanıyor. Frank ekranda bunu yönetiyor ve grup da bestenin üzerine takılıyor – ama o hangi Frank Zappa bestesi? Bir türlü bulamıyorum!

Kullandığımız bir Zappa şarkısı değildi, Zappa tarzında jam yapıyorduk. Bu jam’in ucunun çıktığı ‘Beyond This Life’’taki ‘Unison’ kısmına hep ‘Zappa’ bölümü dedik, çünkü tuhaf bir tonlaması var ve Jordan bu merimbau/ksilofon sound’unu kullanıyor. Bu jam’i canlı çalmaya başladığımızda, Jordan ve ben Zappa tarzı tonlamada ve dolambaçlı figürlerle jam yapmaya başladık, benim de aklıma Frank’i sahneye bizi yönetir halde koyma fikri geldi – yani bu bizim kendi jam’imiz, sadece Frank modunda!

BREZİLYA’DAN FABIO DIAS:
Alkoliklikten kurtulmanın toplantılara katılmak ve bu adımlar üzerine günlük menşede çalışmayı, ve hatta bazen birine sponsorluk yapmayı gerektirdiğinin hepimiz farkındayız. Yoldaki bir müzisyen olarak bu sorunlarla nasıl başa çıkıyorsunuz? Evdeyken hala toplantılara gidiyor musunuz, veya diğer ülkelerdeki toplantılara katılacak zaman buluyor musunuz?

Güzel soru. Sorunuma çözüm benim için AA idi. Herkes için değil, başka insanların sorunlarıyla başa çıkmak için farklı yolları var ama benim için çözüm buydu. Ancak toplantılara gitmeye başladıktan sonra içki ve uyuşturucuyu tamamen bir kenara bırakabildim. Neredeyse on yıldır ayığım ve bu AA toplantıları sayesinde. İlk birkaç ayık senemde her gün o toplantılara gitmek zorundaydım, ve her gün gittim, yoldayken bile bir şehre girince yaptığım ilk iş yardım hattını arayıp gidecek bir toplantı bulmaktı. Kansas’tan, Tokyo’ya, Londra’ya kadar her yerdeki toplantılarda bulundum. Ayıklığım için kesinlikle zorunluydu. Şimdi, elimin altında ona yakın yıl varken toplantılara gitmeden yolda zaman geçirebiliyorum, ama tamamen bırakmak tavsiye edilmiyor, aslında her zaman toplantılara gitmelisiniz. Bazen evde insanlar niye hala gittiğimi soruyor, ama biliyorum ki gitmezsem yine içerim. Durumu tazelemelisiniz. Eskiden gittiğim kadar değil ama hala gidiyorum, benim için çok önemli.


İNGİLTERE’DEN ADAM WARNE:
Yakın gelecekte İngiltere’de bir davul atölyesi yapacak mısınız? Ayrıca, Max Stax serinizin (Mike’ın kendi Sabian zil serisi) fikri nasıl aklınıza geldi? Sadece farklı zilleri birbirinin üstüne koyarak deney mi yaptınız?

Maalesef artık atölye yapmıyorum, yüzlerce yaptım ve en sonunda artık yeter dedim ve 6 yıl kadar önce yapmayı bıraktım. Stax aşağı yukarı dediğin gibi oluştu. Ben Sabian çalmaya başladığımda bana hiç Stax önermediler – Terry Bozzio onları onaylamadan önceydi – ben de davul kitinde öyle bir ses çıkarabilmek için birkaç şeyi öbürlerinin üzerine yığardım – splash ve china’yı. En sonunda kendi serimi çıkartma fikri geldi aklıma çünkü elde mevcut değillerdi, aslında ben çıkartmaya başladığımda da mevcut değillerdi, çünkü Terry Bozzio henüz Sabian’la çalışmıyordu. O vakit kendi tipinde Sabian’ın elinde mevcut tek zil oydu.

NATALIE GLADKAYA:
Karmaşık davul partisyonları çalarken neden bazen kendi kafanıza vuruyorsunuz? Ayrıca, canlı şovlarınız için ‘An Evening With Dream Theater’ formatını geri getirme ihtimaliniz var mı? Daha fazla unplugged/akustik konserler vermeyi düşündünüz mü?

Neden kafama vurduğumu bilmiyorum, durmam gerektiğini düşünmeye başladım – bir beyin anevrizmasının geldiğini hissediyorum! Evet, ‘Evening with…’ formatının gelecekte geri gelme olasılığı hayli yüksek. Biraz ondan uzaklaşmamız gerekiyordu, ama birkaç yıldır uzak olduğumuza göre, biraz karıştırıp geri getirmek mantıklı olabilir. Akustik şovlara gelince, asla asla demem, mümkündür. Bu unplugged mevzusunun pek hayranı sayılmam – klişe bir şey ve her grup yapıyor. 90’ların sonunda buna benzer birkaç şov yaptık, eğlenceliydi, farklıydı, dolayısıyla asla asla demem ama şu an için bir plan yok.

FİNLANDİYA’DAN TONI HYTONEN:
DVD’lerle, canlı şovlarla, bootleglerle, yan projelerle vs. Dream Theater hayranlarına çok şey öneriyor. Yapacak bu kadar şeyle, grup ve birey olarak nasıl bir arada kalıyorsunuz?

Eh, zaman yönetimi benim için büyük bir sorun çünkü grup için birçok şeyi ben yürütüyorum, yani olay tamamen hepsini bir şekilde sıkıştırmak. Bilemiyorum, ben meşgul olmak için yaratılmışım sadece. Öbür elemanlar eve gidebilirler, haftalarca veya aylarca hiçbir şey yapmadan tatil yapabilirler, işlerine de gelir, ama ben zibilyon tane proje yapmalıyım. Cevabın ne olduğunu bilmiyorum, çizilebilecek bir şey değil. Ya işkolik birisinizdir, ya da değilsinizdir. Ona uygun kişilikler var, benimki de iyi ki, veya maalesef, öyle bir kişilik.

VIRGINIA, BRAMBLETON’DAN DAVID FITCH:
Progressive Nation DVD’si çıkarma ihtimaliniz var mı?

İsterdim, ama ufukta gözükmüyor. Bu albüm ve turne DVD’si olmayan ilk olacak, ama olsun, hep aynı formülü veya modeli yapmaktan nefret ederim zaten.

SYDNEY, AVUSTRALYA’DAN ROB RETALIC:
Dream Theater’ı olduğu kartopundan şimdiki çığa çevirmek ne kadar sürdü? Bir noktaya gelip sonra duvara çarpan çok grup görüyorum.

Berkeley’de kurulduğumuz günden Classic Rock ödüllerine gitmek için şurada oturduğumuz otel odasına kadar 24 yıl geçti. Çocukluktan imparatorluğa geçmek o kadar sürdü. Kartopunu yuvarlamak yıllar aldı ve habire tuğla duvarlara çarptık. Kariyerimizle ilgili bilinen bir şey varsa o da iniş ve çıkışlarla, yalan başlangıçlar ve yalan vaatlerle dolu olduğudur. Çok azim gerekiyor ve bence birçok grup bizim karşılaştığımız eleman değişiklikleri, iş sorunları ve engellerle karşılaşsa vazgeçerlerdi, bizim de bunu planladığımız zamanlar oldu ama işte buradayız. Vazgeçmediğimiz için hala ayaktayız.

STAVANGER, NORVEÇ’TEN TORY JOHNNESEN:
Kendi doldurmalarınızı kazara mı yarattınız, yoksa davula oturup uğraşarak mı buldunuz?

‘Kendi doldurmalarım’dan hiçbirinin bir akımda çıktığını zannetmiyorum, onlar birçok öteki davulculardan kaptığım şeylerin altını kazmamın bir neticesidir. Davul kahramanlarım iyi belgelenmişlerdir, ama John Bonham, Keith Moon, Neil Peart ve Terry Bozzio gibilerin tüm doldurmalarını ve marifetlerini gençken öğrendim. Bence benim tarzım da onlarınkilerin bir kombinasyonu. Ben her türlü müziğin veya müzisyenin böyle geliştiğini düşünüyorum, birçok farklı etkiyi bir potada eritmelisiniz, benim davulculuğum da böyle gelişti.

MEXICO CITY’DEN RODRIGO GUERRERO SALAZAR:
Porcupine Tree’den Steven Wilson’la birlikte çalışır mısınız?

Umarım. Senelerdir konuşuluyor; o, ben ve Mikael Akerfeldt arasında bir çalışma. Sadece bir zaman meselesiydi ama bence üçümüz de bu projeyi saran beklentiyle ilgili o kadar düşünceliyiz ki üçümüz de projeyi görebileceğimizi hissetmiyoruz. Bence hepimiz ağzımızı kapalı tutup, bir köşede yapıp herkesi şaşırtmış olmayı isterdik. Demişken, ben buna takvimimde öncelik veririm ve ikisine de istekli olduğumu, bir şekilde de mümkünse 2010’da yapmaya hazır olduğumu söyledim. Yapmayı çok isterim.

TREY LOWMAN:
Wendy’s’de favori yiyeceğiniz nedir?

Soğansız, peynirli tek. Bazen cesaretim yeterse yanına chili bile alıyorum, ama Wendy’s’e gideceğime Taco Bell’e giderim, ve eğer California’daysanız, In-&-Out Burger’ı kimse geçemez.



MARK MICHELL:
Ben de grubumla bir kariyer yapmak istiyorum. Sizin perspektifinizden bakınca, eğlence işinde başarılı biri olmak, bir ergen olarak Dream Theater’ı başlattığınızda beklentilerinizden farklı bir şey mi?

Hayal ettiğim her şey, güzel bir hayat yaşıyorum ve çok minnettarım. Çok şükür bu işte başarılı oldum çünkü ben gerçek hayatta aslında başka bir şey yapamam. Sabahları kalkıp işe gidemem, el becerisi gerektiren hiçbir işi yapamam, o yüzden iyi ki yaratıcı bir şeyi başardım. Biz grubu kurduğumuzda dünyanın her yerinde çalmak, albüm satıp turlamak gibi hayallerimiz yoktu, amacımız o değildi. Biz sadece beraber müzik yapmak isteyen bir avuç çocuktuk. Eğer o rock’n roll hayat tarzı ödüllerini almayı isteseydik muhtemelen farklı bir müzik tarzı seçerdik bence! Eğer olay seks, uyuşturucu ve rock’n roll’dan ibaret olsaydı Mötley Crüe gibi bir grupta olmam gerekirdi, ama nasılsa Dream Theater’ın yaptığını yapar olduk, ki bu da bariz daha uzmanlaşmış bir müzik, zengin ve ünlü olmak isteseydik pek iyi bir seçenek olmazdı. Böylesine azme sahip olup yaptığımızla bir isim ve kariyer yapmış olmakla çok şanslıyız, ama şu an olduğumuz yere gelmek çok, çok zaman aldı. Çok minnettarım. Dünyanın dört bir yanında muhteşem bir hayran kitlemiz var, her gece birçok kişiye çalabiliyoruz, hepimizin eşi ve çocukları var, ailelerimize iyi bir yaşam tarzı sağlayabilecek kadar para kazanıyoruz, ve ben yıllar içinde tüm kahramanlarımla tanıştım, takıldım ve çaldım, o yüzden kesinlikle gerçekleşmiş bir hayaldir benim için.

ADAM CHAPMAN:
Kendinizi dünyadaki bir numaralı Dream Theater fanı ilan ettiğinize göre, milyonlarca hayran gibi oturup bir Dream Theater şovunun keyfini çıkaramayacak olmak sizi mutsuz etmiyor mu?

Evet, bazen seyircinin arasında olmak nasıldır veya en azından canlı kulağa nasıl geliyoruz diye merak ediyorum. Yani, ben kendi davullarımı hiç seyirci açısından dinlemedim. Sanırım bunun tek yolu gruptan ayrılmam veya kovulmam olur, ikisi de şu ara seçenekler dahilinde gözükmüyor, o yüzden Dream Theater’ın keyfini sahnenin öbür tarafından çıkarmaya devam edeceğim gibi durmakta.

CANADA’DAN JAMES RIGG:
Yaşayan veya ölü, hangi grubun bir Dream Theater şarkısını coverlamasını duymak isterdiniz?

Opeth’ten ‘A Nightmare To Remember’ veya belki Iron Maiden’dan ‘A Change of Seasons’.

LOS ANGELES’TAN RICARDO SARABIA:
Şu ana kadar karşılaştığınız en iyi Dream Theater tribute grubu hangisi? Bir de, arada bir konserlerde giydiğiniz el yapımı ‘su ayakkabıları’nı üretip satma planınız var mı?

Tek bir tanesini söyleyemem. İtalya’dan, Japonya’dan, Amerika’ya kadar hepsini izledim, hepsi çok gurur verici, hepsi çok iyi müzisyenler, hepsi iyi yapıyorlar, belli bir tanesini seçemem. Ayakkabılara gelince, hayır. New Balance onları benim için yapıyor, ama satmakla ilgili bir planları olduğunu sanmıyorum.

LONG ISLAND, NEW YORK’TAN STEVEN LUCAS:
Bir oktavaryumun, ve onun ‘kapanına sıkışma’nın, müzik teorisine itaat edip ona bağlanmanın çaresizliğine, ve yaratıcı özgürlüğe rağmen, bestelenen her melodinin yanılmazcasına aynı oniki notanın serisinden oluşacak olmasına, hayatın engelleri ve sınırlarına karşı gizli metaforik bir göndermeyi anlatma yöntemi olduğunu varsayıyorum. Haklı mıyım?

Hayır.

Blackie Lawless Röportajı


Norveç’in FVN.no’su W.A.S.P.’ın esas elemanı Blackie Lawless’la grubun 29 Ekim 2009, Kristiansand performansından önce yaptığımız söyleşiyi yönetti. Blackie inancından, artık neden “kanla işi olmadığından”, Animal (Fuck Like A Beast)’i bir daha asla neden çalmayacağından bahsediyor. Sohbeti aşağıdan izleyin (Windows Media). Bazı kesitler aşağıdadır.

Şu sıralar hayli basit bir canlı şovlarının olması üzerine:

Blackie: “Bana: Artık kanla işin var mı? diye soruyorsunuz. Hayır, artık yok. Artık ona ihtiyacım yok, çünkü insanlara bir mesaj vermek istediğinizde, eski şov o kadar yüksek sesle konuşuyordu ki, insanlar kulaklarıyla değil gözleriyle dinliyorlardı. Soyut sanat olarak düşündüğümüz şeyi yaptık ve içinde toplumsal yorumlar yapmayı deniyorduk, ama kimse toplumsal yorumu anlamıyordu; ‘Aa, bir shock-rock grubu’ diyorlardı. Kendimizi asla bir shock-rock grubu olarak düşünmedik, ve dürüst olmak gerekirse, bugün bile buna içerliyorum; öyle düşünülmek istemiyorum. Ama gözlerin baskın hisler olduğunu anlıyorum, dolayısıyla eğer karşıya bir mesaj iletmeyi deneyecekseniz, bazen yapabilmek için bunu basitleştirmek zorundasınız.”

Animal (Fuck Like A Beast)’i artık canlı çalmaması üzerine:

Blackie: “Birkaç yıldır o şarkıyı çalmadık. Bu tamamen benim dini inancımdan dolayı, ve artık yapmak istemediğim bir şey, o şarkıyı bir daha çalmayacağım.

“Olumlu bir etki olmak için ne yapabilirim? Yaptığıma bakıyorum ve yapabildiğim en iyi örneği yaratmaya çalışıyorum. 13 yaşındakilerin etrafta bu şarkıyı söylemelerini istemiyorum. Eğer hayatlarında sonradan yapmak istedikleri birşeyse, kendi bilecekleri iş. Ama dediğim gibi, bu bir inanç meselesi.”

Bunun geçmişinde yaptıklarından çok da gurur duymadığı anlamına gelip gelmemesi üzerine:

Blackie: “Yani, bu onlardan biri olurdu, ama… Anlamalısınız ki ben bu dünyaya çok belli bir şeyi yapmak için konduğuma inanıyorum. Şu an yaptığımız albüm, Babylon, aslında İncil ve Vahiyler Kitabı’nda neler olduğundan bahsediyor.

“Birileri geçen gün bana, ‘Şimdi sen bir rock n roll vaizi misin?’ diye sordu. Ben de: ‘Hayır, ama bir elçiyim.’ dedim. Benim işim de bu. Bu ana kadar yaptığım her şey beni şu an olduğum noktaya getirdi.”

Glam Metal, Hedonizm ve Tükenmişlik


Glam Metal: 70’li yıllarda temeli atılan, Seksenli(80’li) yıllarda ise patlama noktasına gelen, yaklaşık 10 yıl boyunca, rock dinleyicilerinin peşinde koştukları ve kendilerini rüzgarına bıraktıkları bir müzik türüdür. Sleaze, Glam, Hair Rock’tan temelini alan; dönem dönem Hard Rock türü ile içiçe geçmiş; Rock’N Roll tabanlı bir metal türüdür. Yıllar boyunca “metal müzik türleri ve türevleri içinde” olup olmadığı hakkında bir çok spekülasyon yapılmıştır.  Bu tartışmaları bir yana bırakırsak, Glam Metal taşıdığı özellikler ile birçok Rock- Metal dinleyicisinin gözünde fenomen bir müzik türüdür.

Glam Metal temelini nereden almaktadır?
Glam Metal’in felsefesi nedir?
Glam Metal’in insan yaşamındaki etkisi nelerdir?
Glam Metal tükenmiş bir müzik türümüdür?

"20 yaşında üniversite öğrencisi, cinsel sınırsızlık içerisindeydi.” Kendisine bu yaşam tarzı ile toplum, aile ve geleceğine zarar veriyorsun, bu durumun gerekçesi nedir diye sorulduğunda şu cevabı vermişti. "Dünyaya bir defa geliyorum, canımın istediğini yapmayacaksam neden yaşayayım?..."


1960’lı yıllar, Rock tarihi için önemli tarihlerdir. Bu yıllarda başta Beatles, Elvis, Chuck Berry gibi ustaların öncülüğü ile; Rock müziğin sağlam temelleri atılmıştır. 1960-1970 yılları arasında ki gruplar ve  müzisyenlerin ortak noktaları şudur: “ Rock’ın temelini atmak ve kaybolmasını, unutulmasını önlemek...”

1970’li yıllardan sonra gelen grupların her birisi, kendilerinden önceki temelin üstüne yeni kiremitler koyarak yükselmişlerdir. Pink Floyd- Progresif Rock-Metal’in başını çekerken; Deep Purple, Ac-Dc ve Led Zeppelin- Hard Rock’ın borazanını öttürüyorlardı. Birçok kaynakta ilk metal grubu olarak tabir edilen Black Sabbath (İlk metal grubu hangisi tartışmasını yeniden alevlendirmeye gerek yok..) ve ilk günlerinden beridir Alternatif Rock’ın öncüsü olan Rolling Stone’un; 80’li yıllara kadar attıkları temelin meyvelerini 80’li gruplar çok güzel bir şekilde yemişlerdir.

İlk Glam Rock-Metal grupları olarak sayabileceğimiz David Bowie, Alice Cooper, Jon Bon Jovi, Poison, Thunder, Twisted Sister, Rush g.b. gruplar; önceki müzik birikimlerini kendi lehlerine kullanarak yeni bir türün öncüleri oldular. Aslında kafalarında 2000’li yıllarda moda olduğu gibi ‘yeni bir tür’ yaratma gibi ütopik fikirler yoktu.Onlar sadece “eğlenmek ve haz almak” için müzik yapıyorlardı. Hayat onlara göre acı çekmek veya başka insanlar ile uğraşmak için gelinen bir yer değildi. Onlar için “haz duymak, hayatla eşdeğer” bir olguydu. Yani hazza ulaşmak için yaşıyorlardı. Kullandıkları uyuşturucu, alkol v.b. maddeler, istedikleri hazza daha hızlı ulaşmalarını sağlamak için bir katalizör (hızlandırıcı) görevi görüyordu sadece. Yani onlar maddelere değil, hazza bağımlıydılar. Hayatlarında seçimlerinin hepsini kendileri yapıyordu. Çünkü hayatta onlar için şan, şöhret v.b. bunun gibi önemsiz değerlerin, hiçbir değeri yoktu. Onlar hazza ulaşmanın yolunun “sonsuz özgürlükten” geçtiğini savunuyorlardı. Bu düşüncelerin temelini de “Hedonizm’den” alıyorlardı.

Hedonizm Felsefesini biraz açarsak: Hedonizm, Antik Yunan Felsefelerinden birisidir. Hazcılık olarak birçok kaynakta geçmektedir. Google arama motorundan ulaşılan sonuçlarda, sadece bedensel hazzın peşinde koşan, açgözlü, sınırsız özgürlük isteği olan, bencil, eşcinselliği savunabilen kişiler olarak anlatılmaktadır. Bu bilgilere hiç değer vermemek gerekir, çünkü nasıl bize yıllardan beridir “Komünizmin=Dinsizlik; Faşizmin= Dincilik” gibi saçma sapan savsatalar şekilde benimsetilmesine çalışıldı ise; Hedonizmi karalamak için bu tür yollara başvurulmaktadır. Bu tür insanlar hayatlarında bir kez Karl Marx veya Jön Türkleri okudular mı acaba? Neyse bu gereksiz tartışmayı bir yana bırakarak size Hedonizm hakkında okuduğum bir kitaptan alıntıladığım bir yazıyı sunmak istiyorum. Ahmet Oktay’a tekrardan teşekkürler: “Kaos ve belirsizlik dönemlerinde kitleler, içinde yer aldıkları dünyadan soyutlanmış bir atmosferde duygularını ve arzularını, her türlü şekilde tatmin ederken; gerçek hayattaki sıkıntılarını unutuyorlardı. Bu belli bir zamanla sınırlandırılmış olan “deşarj olma” hali, zaman zaman özgürlükmüş  gibi görünse de, aslında kitleleri “uyutmak ve onlara hayatı toz pembe” olarak göstermek için uygulanan planlı bir strateji idi. Bu yolla kontrol altında bulunan halkın eğlenmesi ve rahatlarken de iktidara olan bağımlılığını pekiştirip, toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik direncinin kırılması bütün iktidarların uyguladığı en kurnaz stratejilerinden birisidir. Modernizm öncesindeki kitlesel serbest zaman etkinliklerine göz attığımız zaman özellikle eski Roma’daki “gladyatör dövüşleri”, Ortaçağ Avrupası’ndaki “meyhaneler” ve “karnavallar” bize çok güzel bir şekilde örnek olmaktadır. İktidar kontrolü altındaki bu alanlarda halk sahte bir özgürleşim elde ettiği yanılgısını yaşarken; aynı zamanda duygularını, arzularını ve enerjisini iktidar kontrolündeki bu atmosferde tüketmektedir.(Ahmet Oktay, “Medya ve Hedonizm.” İstanbul: Yön Yayınları, 1995.)

Buradan çıkarabileceğimiz sonuçlar çok yönlüdür. Ama temel olarak, 80’li yıllarda yaşayan insanların o dönemler hakkında çok fazla konuşmak istemediklerini veya konuştukları zamanda yukarıdaki savı desteklemeleri bize kanıt niteliğindedir. Yani onlarda 80’li yılların “uyutma ve sindirme” yılları olduğunu söylerler. Amerikan Filmleri yıllardan beridir, “Amerikan Rüyası, 80’lerin çılgın yaşamı, New York’un arka sokaklarının çekiciliği, Güzel Amerikan kadınlarının çok olduğu ve özendirildiği filmler” ve bunun gibi birçok yolla, insanların gözünü boyamışlardır. Zaten bu uygulanan stratejinin medya yönüdür. Müzik yönünü 2.nesil Hair Metalciler yönlendirmişlerdir. Tabiki bunların arkasında müzik yapımcıları, menajerler, kaset ve plak şirketleri ve yönetici sınıflarında bulunan kişiler vardır. İnsanlara yıllarca “ sınırsız özgürlük” hayalleri gördürmüşlerdir. Şu bir gerçektir ki, dünyada hiçbir insan sınırsız özgür olamamıştır, değildir ve olamayacaktır. Çünkü bir insanın özgürlüğünün sınırı, başka bir kişinin özgürlüğüdür. Yani sonsuz özgürlük “ütopik” bir fikirden ileriye gidemez. Hedonizm temelinde önemli bir felsefedir. Her ne kadar yüzyıllardan beridir bir çok yönü sömürülmüş olsa da, bize geniş bir dünya görüşü kazandıracak bir felsefe akımıdır. Yanlış yönleri yok mudur? Hiçbir felsefe yüzde yüz doğru diyemeyiz zaten. Sonuçta felsefe genel-geçer doğrularının değil; hipotezlerin bilimidir. Her felsefe diğer bir felsefik görüş ile desteklenebilir veya alt edilebilir ama hiçbir zaman yok olmaz. İleride anlatacağım konular benim ve birçok Hedonist kişinin ulaştığı bazı sonuçlardır ve hipotez görevi görmektedir.

2000’li yıllarda artık “Matrix gibi bir dünyada yaşadığımızı varsayarsak; insanlığın çıkarı için yapamayacağı hiçbir şey olmadığını biliyorsak; çevremizde yaşayan insanların çoğunluğunun mutsuz, arayışta, boşlukta olduğunu ve psikolojik sorunlarının olduğunu görüyorsak; tüketim ve küreselleşme kültürünün bizi kafesteki aslandan farklı yapmadığının” farkında isek, dünyada bir şeylerin ters gittiğini de fark etmişiz demektir. Bu bile büyük bir gelişmedir aslında. Dünyada bunların farkına varabilen maalesef çok az insan vardır. “Bu tür dünyevi sorunların çözümü tabiki sadece Hedonizm felsefesinden geçmemektedir.” Böyle büyük bir iddia da bulunamam. Ama kendi yaşamımda da etkisini gösteren Hedonist fikirlerin bana her zaman yarar getirdiğini görmüşümdür, hiçbir zaman zıt bir durumla karşılaşmadım diyebilirim. “Bazen çevremize duyarsız kalabiliyorsak, yeri geldiği zaman serseri ve umursamaz bir şekilde yaşayabiliyorsak, çok fazla ehvamlı ve pinpirikli değilsek, kendi ile barışık ve kompleksiz bir insansak,  mutluluğa yakın bir insanız demektir. Çünkü Hedonist fikirler ile yaşayan insanlar genellikle mutlu, neşeli, kompleksiz, biraz hayalperest, yenilikçi v.b. insanlardır. Onların dünyasında üzüntüler gelip geçicidir, tek baki olan duygu “hazza ulaşmak ve devam ettirmektir.” Stres, kararsızlık, pişmanlık, çekingenlik, hırs, zarar verme duygusu, psikolojik sorunlar, korkular, fobiler, kompleksler, kibir, kıskançlık, umutsuzluk g.b. duygulara hayatlarında yer vermezler. Onları, normal insanların kendilerine sorun ettikleri ve incir çekirdeğini doldurmayan hırsları hiç ama hiç alakadar etmez. Hedonistler her zaman herkesin mutlu olmasını isterler. Kızılderililer, Hint Fakirleri v.b. ile birçok ortak yönleri vardır. Arada tabiki bunlara uymayan kişilerde çıkabilir. Ama ne derler “istisnalar kaideyi bozmaz.”

Glam Metal’in ilk  grupları; temel aldıkları Rock’N Roll müziğin alt yapısı ile, Hard Rock’ın tatlı-sert yapısını tek bir çatı altında serseri bir şekilde sentezlemişlerdir. Bunun sonucunda planlamadan yeni bir türü ortaya çıkarmışlardır. Bu türe genel bir tabirle “ Glam-Sleaze-Hair” Metal diyebiliriz. Glam kısmı ortaya koyulan müziği; Sleaze kısmı sex ve madde konusunu; Hair kısmı ise imaj konusunu kapsamaktadır. Görsel olarak insanların dikkatini farklı bir şekilde çekmeyi amaçlamışlardır. Kabarık permalı saçlar, aşırı feminen makyaj ve spandex pantolonlar v.b... Glam Metal yapan gruplarda feminen görüntüye rağmen, yine de maço ve kaba bir davranış görülmektedir. Glam Rock- Metal gruplarının en önemli destekçileri toplumun aykırı görülen kesimidir.( Transseksüeller, Eşcinseller v.b.) Bu insanlar duygularını bu müzik türü ile duyurabiliyorlardı. Çünkü başta Rock’N Roll olsun, Heavy Metal olsun temelde “Safkan Felsefeleri” içermektedir. Bu tabiri açmak gerekirse, Heavy Metal bir anlamda “seçilmişlerin” egemen olduğu bir müzik türü diyebiliriz. Özellikle Heavy Metal’de “seçilmişlik, kutsallık, üstünlük, elitlerin birleşmesi ve isyan g.b.” konuların çok işlenmesi savımızı destekleyen oluşumlardır. Her ne kadar Heavy Metal için “Amerikanın Arabeski” tabiri kullanılsa da, bu tabir bence tam doğru değildir. Çünkü Heavy Metal hiçbir zaman “halka inememiş” bir müzik türüdür. İşte Heavy Metal’in bu eksik yönünü aslında Glam Metal kapatmıştır. Toplum içerisindeki aykırı seslere de şarkılarında yer vermeleri ve toplumun her kesimine yaklaşımları bunu göstermektedir. Bunun doğal sonucu olarak ta, Amerika da halen adı hatırlanan gruplar içerisinde, Glam gruplarının oranı; Heavy Metal gruplarına göre daha fazladır. Her ne kadar son yıllarda Amerikan piyasasını “Hip-Hop” tarzı müzikler sarmışsa da, halen eski delegasyondan insanlar da (80’li züppe gençliği) bulunmaktadır. Belki de bu yönünden dolayı, yıllarca bazı kişiler tarafından Glam Metal, “Pop-Metal” olarak karalanmaya çalışılmıştır. Kim bilebilir?

Şu bir gerçektir ki, herşeyin içine eden müzik piyasası Glam Metal’in de hakkından gelmiştir. Hani portakalın suyunu içer, posasını atarsınız ya; Glam Metal’e de yapılan budur. Glam grubu olarak gezen gruplara, Sleaze tabirini de katarak daha bir serseri  hale getirdiler. Böylece Glamci elemanlar sex ve madde ile tanışmış oldular. Baktı medya bu elemanlar tutuyor; bunlara bir de “karizma, imaj ve şov da lazım ” dediler. Baktık Glam Metal’in adı bir anda “Hair Metal” oldu. Sahnede şovlar ve elemanların dış görünüşleri önem kazanmaya başladı. Bu imaj devrinin 2 çılgın temsilcisi vardır. Bu iki grubunda Glam Metal çağında yerleri çok farklıdır: Motley Crue ve Guns’N Roses. Guns ile Glam Metal’e “argo ve küfür enjekte” olmuş; Motley ile de “serserinin sınırının olmadığı fikri.”
O zamana kadar Hard Rock türü içinde sayılan birçok grup, bir anda Hair Metal grubu oldu. Başta White Lion, WhiteSnake, Bon Jovi, Guns’N Roses gibi gruplar; kendilerini bir anda şan ve şöhret içinde buldular. Güzel kadınların olduğu klipler; WhiteSnake ve David abimizin seksi karısının bulunduğu klipler; çılgın şovların yapıldığı Motley Crue klipleri ve konserleri; sahnede quiripe kızların gezdiği Aerosmith konserleri v.b. şovlar ile dinleyicilerin gözleri boyandı ve insanlar gözü kapalı bir şekilde bu yeni türe, yani “Hair Metal’e” alıştırıldılar. White Lion grubu, menajerlerin sömürüsüne daha fazla dayanamayarak dağıldı ve elemanlarının çoğu müziğe küstüler. Aerosmith, diğer tür müzik türleri ile işbirliği içine girmeye başladı. Ac-Dc gibi efsane gruplar kendi içlerine kapanmaya başladılar; Pantera  Glam Metalden, Thrash Metal’e geçiş yaptı;  Bon Jovi bile tarzını slowlaştırmaya başladı. Hepsi yeni Hair Metal gruplarının başarısının altında bir anlamda ezilmişlerdi. Artık giyim, saç tarzları ve sahnede cool olmak önemliydi. Yani herşeyin başı bu dönemde “imajdı.” Bu duruma karşı çıkan bir çok grup yukarıda da değindiğimiz gibi ya dağıldılar, ya parçalandılar, yada tarz değiştirdiler. Birçok yetenekli müzisyen bu dönemde çeşitli nedenlerden dolayı müzikten koptu. Bir taraf yükselirken, diğer bir taraf düşüş yaşadı. İşin kısası “Glam Metal tükendi, tüketildi...”

Günümüze geldiğimiz zaman, çevremizde çok az Glam sever kaldığını biliyoruz. Bizimle halen aynı kafada kalabilen insanlar ile ilişkilerimizi geliştirmekten; kendi gruplarımız ile eski grupların parçalarını coverlamaktan; neden 20 yıl önce doğmadığımız hakkında hayıflanmaktan; kafamızdaki “hedonist” fikirler ile şu lanet yılların arasındaki zıtlığı görmemezlikten gelmeye çalışarak; kendimizi bazen avutarak, bazen de umursamazlık maskesi altına girerek yaşamımızı devam ettirmekten başka pek de elimizde olan bir çözüm yolu yok. “BİZ BU BOŞ ÇAĞDA, HALEN SAF SERSERİ RUHUMUZLA YAŞAYAN NADİR İNSANLARDANIZ. BUNU ASLA UNUTMAYALIM...”


Ahmet Bitirim